İhsan Atasoy şarkı sözleri

?????? ????? ??????????? ?????????? ????? ????? ???? ????????? ????????? ??????????? ???? ??????????? 1 NAMAZ KILMAK ve büyük günahları işlememek 2 ne derece hakikî bir vazife-i insaniye ve ne kadar fıtrî, münasip bir netice-i hilkat-i beşeriye olduğunu görmek istersen, şu temsîlî hikâyeciğe bak, dinle: Seferberlikte, bir taburda, biri muallem, vazifeperver, diğeri acemî, nefisperver iki asker beraber bulunuyordu. Vazifeperver nefer talime ve cihada dikkat eder, erzak ve tayınatını hiç düşünmezdi. Çünkü, anlamış ki, onu beslemek ve cihazatını vermek, hasta olsa tedavi etmek, hatta indelhâce lokmayı ağzına koymaya kadar devletin vazifesidir. Ve onun asıl vazifesi talim ve cihaddır. Fakat bazı erzak ve cihazat işlerinde işler. Kazan kaynatır, karavanayı yıkar, getirir. Ona sorulsa, 'Ne yapıyorsun?” 'Devletin angaryasını çekiyorum” der. Demiyor, 'Nafakam için çalışıyorum.” Diğer şikemperver ve acemi nefer ise, talime ve harbe dikkat etmezdi. 'O devlet işidir, bana ne?” derdi. Daim nafakasını düşünüp onun peşinde dolaşır, taburu terk eder, çarşıya gider, alışveriş ederdi. Birgün, muallem arkadaşı ona dedi: 'Birader, asıl vazifen talim ve muharebedir. Sen onun için buraya getirilmişsin. Padişaha itimad et; o seni aç bırakmaz. O onun vazifesidir. Hem sen âciz ve fakirsin; her yerde kendini beslettiremezsin. Hem mücahede ve seferberlik zamanıdır. Hem sana âsidir der, ceza verirler. Evet, iki vazife peşimizde görünüyor. Biri padişahın vazifesidir; bazan biz onun angaryasını çekeriz ki, bizi beslemektir. Diğeri bizim vazifemizdir; padişah bize teshilât ile yardım eder ki, talim ve harptir.” Acaba o serseri nefer, o mücahid mualleme kulak vermezse, ne kadar tehlikede kalır, anlarsın. İşte, ey tembel nefsim! O dalgalı meydan-ı harp, bu dağdağalı dünya hayatıdır. O taburlara taksim edilen ordu ise, cemiyet-i beşeriyedir. Ve o tabur ise, şu asrın cemaat-i İslâmiyesidir. O iki nefer ise: Biri, ferâiz-i diniyesini bilen ve işleyen ve kebâiri terk ve günahları işlememek için nefis ve şeytanla mücahede eden müttakî Müslümandır. Diğeri, Rezzâk-ı Hakikîyi itham etmek derecesinde derd-i maişete dalıp ferâizi terk eden ve maişet yolunda rastgele günahları işleyen fâsık-ı hâsirdir. Ve o talim ve talimat ise, başta namaz, ibadettir. Ve o harp ise, nefis ve heva, cin ve ins şeytanlarına karşı mücahede edip günahlardan ve ahlâk-ı rezileden kalb ve ruhunu helâket-i ebediyeden kurtarmaktır. Ve o iki vazife ise, birisi hayatı verip beslemektir; diğeri hayatı verene ve besleyene perestiş edip yalvarmaktır, Ona tevekkül edip emniyet etmektir. Evet, en parlak bir mucize-i san'at-ı Samedâniye ve bir harika-i hikmet-i Rabbâniye olan hayatı kim vermiş, yapmış ise, rızıkla o hayatı besleyen ve idâme eden de Odur, 3 Ondan başkası olmaz. Delil mi istersin? En zayıf, en aptal hayvan, en iyi beslenir (meyve kurtları ve balıklar gibi). Hem en âciz, en nazik mahlûk, en iyi rızkı o yer (çocuklar ve yavrular gibi). Evet, vasıta-i rızk-ı helâl iktidar ve ihtiyar ile olmadığını, belki acz ve zaaf ile olduğunu anlamak için, balıklarla tilkileri, yavrularla canavarları, ağaçlarla hayvanları muvazene etmek kâfidir. Demek, derd-i maişet için namazını terk eden,4 o nefere benzer ki, talimi ve siperini bırakıp çarşıda dilencilik eder. Fakat namazını kıldıktan sonra Cenâb-ı Rezzâk-ı Kerîmin matbaha-i rahmetinden tayınatını aramak, başkalara bâr olmamak için kendisi bizzat gitmek güzeldir, mertliktir, o dahi bir ibadettir. Hem insan ibadet için halk olunduğunu, fıtratı ve cihazât-ı mâneviyesi gösteriyor. Zira hayat-ı dünyeviyesine lâzım olan amel ve iktidar cihetinde en ednâ bir serçe kuşuna yetişmez. Fakat hayat-ı mâneviye ve uhreviyesine lâzım olan ilim ve iftikar ile tazarru ve ibadet cihetinde hayvanâtın sultanı ve kumandanı hükmündedir. Demek, ey nefsim, hayat-ı dünyeviyeyi gaye-i maksat yapsan ve ona daim çalışsan, en ednâ bir serçe kuşunun bir neferi hükmünde olursun. Eğer hayat-ı uhreviyeyi gaye-i maksat yapsan ve şu hayatı dahi ona vesile ve mezraa etsen ve ona göre çalışsan, o vakit hayvanâtın büyük bir kumandanı hükmünde ve şu dünyada Cenâb-ı Hakkın nazlı ve niyazdar bir abdi, mükerrem ve muhterem bir misafiri olursun. İşte sana iki yol 5 istediğini intihâp edebilirsin. Hidayet ve tevfiki Erhamü'r-Râhimînden iste. Dipnotlar – Arapça İbareler – Haşiyeler : 1 : 'Şüphesiz ki Allah takvâya sarılanlarla, iyilik yapan ve iyi kullukta bulunanlarla beraberdir.” Nahl Sûresi, 16:128. 2 : bk. Nisâ Sûresi, 4:31; Şûrâ Sûresi, 42:37; Necm Sûresi, 53:32 3 : bk. Bakara Sûresi, 2:22, 60; En'am Sûresi, 6:99, 141, 142, 151; A'râf Sûresi, 7:32, 160; Enfâl Sûresi, 8:26; Yûnus Sûresi, 10:31, 59, 93; Hûd Sûresi, 11:6; İbrahim Sûresi, 14:32; Hicr Sûresi, 15:20; Nahl Sûresi, 16:72, 112, 114; İsrâ Sûresi, 17:70; Ankebût Sûresi, 29:17, 60, 62; Rûm Sûresi, 30:37, 40; Sebe Sûresi, 34:15, 24, 36; Yâsîn Sûresi, 36;47; Zümer Sûresi, 58; Cum'a Sûresi, 62:11; Talâk Sûresi, 65:3; Mülk Sûresi, 67:15, 21. 4 : bk. Tâhâ Sûresi, 20:132; Zâriyât Sûresi, 51:57-58. 5 : bk. Yûnus Sûresi, 10:108; Beled Sûresi, 90:10. Lügatler : abd : kul âciz : güçsüz acz : âcizlik, güçsüzlük ahlâk-ı rezile : kötü ve aşağılık ahlâk amel : iş, davranış angarya : karşılıksız gördürülen iş asır : yüzyıl âsi : isyankâr bâr : yük birader : kardeş cemaat-i İslâmiye : İslâm toplumu cemiyet-i beşeriye : insan topluluğu Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah Cenâb-ı Rezzak-ı Kerîm : sonsuz ikram ve cömertlik sahibi ve herşeyin rızkını veren yüce Allah cihad : savaş, harp cihazat : cihazlar, âletler cihazat-ı mâneviye : mânevî donanım cihet : yön dağdağalı : karışık, gürültülü daim : devamlı derd-i maişet : geçim derdi ednâ : basit, küçük emniyet etmek : güvenmek Erhamü'r-Râhimîn : merhametlilerin en merhametlisi olan Allah erzak : rızıklar; yenilecek, içilecek şeyler fâsık-ı hâsir : bilerek günah işleyip zarara uğrayan ferâiz : farzlar, dinin zorunlu emirleri feraiz-i diniye : dinen yapılması kesin olarak emredilen şeyler fıtrat : yaratılış fıtrî : doğal gaye-i maksat : asıl hedef, esas maksat hakikî : asıl, gerçek halk olunmak : yaratılmak harika-i hikmet-i Rabbaniye : Rab olan Allah'ın hikmet harikası harp : savaş hayat-ı dünyeviye : dünya hayatı hayat-ı mâneviye ve uhreviye : mânevî ve âhirete ait olan hayat hayat-ı uhreviye : âhiret hayatı hayvanât : hayvanlar helaket-i ebediye : sonsuz mahvoluş heva : kabiliyet ve duyguları nefsin yasak arzu ve isteklerinin emrine verme hidayet : doğru ve hak yol ibadet : Allah'a kulluk idâme eden : devam ettiren iftikâr : Allah'a karşı fakirliğini hissetme ve gösterme ihtiyar : irade, tercih, seçme iktidar : güç, kudret indelhâce : ihtiyaç anında ins : insan intihap etmek : seçmek itham etmek : suçlamak itimad etmek : güvenmek kâfi : yeterli karavana : yemek kabı kebâir : büyük günahlar mahlûk : yaratık maişet : geçim matbaha-i rahmet : rahmet mutfağı meydan-ı harp : savaş meydanı mezraa : tarla mu'cize-i san'at-ı Samedaniye : herşey Ona muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah'ın sanat mu'cizesi muallem : öğrenim görmüş, eğitimli kişi muharebe : savaş, harp muhterem : saygı duyulan muvazene : karşılaştırma mücahede : cihad etmek, savaşmak mücahid : cihad eden, savaşçı mükerrem : ikram olunan, hürmet edilen münasip : uygun müttakî : Allah'tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyan nafaka : geçim için gerekli şey nazik : zarif, ince nefer : asker, er nefis : kişinin kendisi nefisperver : nefsini seven netice-i hilkat-i beşeriye : insanın yaratılış neticesi, gayesi niyazdar : dua eden, yalvaran perestiş : ibadet, kulluk Rezzâk-ı Hakikî : gerçek rızık verici olan Allah seferberlik : savaş hâli şikemperver : midesine düşkün tabur : bir askerî birlik taksim edilmek : ayrılmak tâlim : eğitim talimat : eğitimler, emirler tayınat : erzak, yiyecekler tazarru : dua, yakarış temsilî : kıyaslamalı benzetme şeklinde, analojik teshilât : kolaylaştırmalar tevekkül : Allah'a dayanma ve güvenme tevfik : başarı, muvaffakiyet vasıta-i rızk-ı helâl : helâl rızık yolu vazife-i insaniye : insanlık görevi vazifeperver : vazifesini seven, işine düşkün zaaf : zayıflık

Sanatçının Fotoğrafı

İhsan Atasoy