İhsan Atasoy şarkı sözleri

EY BİRADER! Benden, namazın şu muayyen beş vakte 2 hikmet-i tahsisini soruyorsun. Pek çok hikmetlerinden yalnız birisine işaret ederiz. Evet, herbir namazın vakti, mühim bir inkılâp başı olduğu gibi, azîm bir tasarruf-u İlâhînin âyinesi ve o tasarruf içinde ihsânât-ı külliye-i İlâhiyenin birer mâkesi olduğundan, Kadîr-i Zülcelâle o vakitlerde daha ziyade tesbih ve tazim ve hadsiz nimetlerinin iki vakit ortasında toplanmış yekûnuna karşı şükür ve hamd demek olan namaza emredilmiştir. Şu ince ve derin mânâyı bir parça fehmetmek için, Beş Nükteyi nefsimle beraber dinlemek lâzım. BİRİNCİ NÜKTE Namazın mânâsı, Cenâb-ı Hakkı tesbih ve tâzim ve şükürdür. Yani, • celâline karşı kavlen ve fiilen Sübhânallah deyip takdis etmek; • hem, kemâline karşı lâfzen ve amelen Allahu ekber deyip tâzim etmek; • hem, cemâline karşı kalben ve lisanen ve bedenen Elhamdülillâh deyip şükretmektir. Demek, tesbih ve tekbir ve hamd, namazın çekirdekleri hükmündedirler. Ondandır ki, namazın harekât ve ezkârında, bu üç şey her tarafında bulunuyorlar. Hem ondandır ki, namazdan sonra, namazın mânâsını tekid ve takviye için, şu kelimât-ı mübareke, otuz üç defa tekrar edilir; 3 namazın mânâsı şu mücmel hülâsalarla tekid edilir. İKİNCİ NÜKTE İbadetin mânâsı şudur ki: Dergâh-ı İlâhîde abd kendi kusurunu ve acz ve fakrını görüp kemâl-i Rububiyetin ve kudret-i Samedâniyenin ve rahmet-i İlâhiyenin önünde hayret ve muhabbetle secde etmektir. Yani, Rububiyetin saltanatı, nasıl ki ubûdiyeti ve itaati ister. rububiyetin kudsiyeti, paklığı dahi ister ki, abd, kendi kusurunu görüp, istiğfar ile ve Rabbini bütün nekaisten pak ve müberra ve ehl-i dalâletin efkâr-ı batılasından münezzeh ve muallâ ve kâinatın bütün kusurâtından mukaddes ve muarra olduğunu, tesbih ile, Sübhanallah ile ilân etsin. Hem de Rububiyetin kemâl-i kudreti dahi ister ki, abd, kendi zaafını ve mahlûkatın aczini görmekle, kudret-i Samedâniyenin azamet-i âsârına karşı istihsan ve hayret içinde Allahu ekber deyip, huzû ile rükûa gidip, Ona iltica ve tevekkül etsin. Hem Rububiyetin nihayetsiz hazine-i rahmeti de ister ki, abd, kendi ihtiyacını ve bütün mahlûkatın fakr ve ihtiyâcâtını sual ve dua lisanıyla izhar ve Rabbinin ihsan ve in'âmâtını şükür ve senâ ile ve Elhamdü lillâh ile ilân etsin. Demek, namazın ef'âl ve akvâli bu mânâları tazammun ediyor ve bunlar için taraf-ı İlâhîden vaz edilmişler. ÜÇÜNCÜ NÜKTE Nasıl ki insan şu âlem-i kebirin bir misal-i musağğarıdır ve Fâtiha-i Şerife şu Kur'ân-ı Azîmüşşânın bir timsal-i münevveridir. Namaz dahi, bütün ibâdâtın envaını şamil bir fihriste-i nuraniyedir ve bütün esnâf-ı mahlûkatın elvân-ı ibadetlerine işaret eden bir harita-i kudsiyedir. DÖRDÜNCÜ NÜKTE Nasıl ki haftalık bir saatin saniye ve dakika ve saat ve günlerini sayan milleri birbirine bakarlar, birbirinin misalidirler ve birbirinin hükmünü alırlar. Öyle de, Cenâb-ı Hakkın bir saat-i kübrâsı olan şu âlem-i dünyanın saniyesi hükmünde olan gece ve gündüz deveranı ve dakikaları sayan seneler ve saatleri sayan tabakat-ı ömr-ü insan ve günleri sayan edvâr-ı ömr-ü âlem birbirine bakarlar, birbirinin misalidirler ve birbirinin hükmündedirler ve birbirini hatırlatırlar. Meselâ, fecir zamanı, tulûa kadar, evvel-i bahar zamanına, hem insanın rahm-ı mâdere düştüğü âvânına, hem semâvât ve arzın altı gün hilkatinden birinci gününe benzer ve hatırlatır ve onlardaki şuûnât-ı İlâhiyeyi ihtar eder. Zuhr zamanı ise, yaz mevsiminin ortasına, hem gençlik kemâline, hem ömr-ü dünyadaki hilkat-i insan devrine benzer ve işaret eder ve onlardaki tecelliyât-ı rahmeti ve füyuzât-ı nimeti hatırlatır. Asr zamanı ise, güz mevsimine, hem ihtiyarlık vaktine, hem Âhirzaman Peygamberinin (aleyhissalâtü vesselâm) asr-ı saadetine benzer ve onlardaki şuûnât-ı İlâhiyeyi ve in'âmât-ı Rahmâniyeyi ihtar eder. Mağrib zamanı ise, güz mevsiminin âhirinde pek çok mahlûkatın gurubunu, hem insanın vefatını, hem dünyanın kıyamet iptidasındaki harabiyetini ihtar ile tecelliyât-ı celâliyeyi ifham ve beşeri gaflet uykusundan uyandırır, ikaz eder. İşâ vakti ise, âlem-i zulümat nehar âleminin bütün âsârını siyah kefeniyle setretmesini, hem kışın beyaz kefeni ile ölmüş yerin yüzünü örtmesini, hem vefat etmiş insanın bakıye-i âsârı dahi vefat edip nisyan perdesi altına girmesini, hem bu dar-i imtihan olan dünyanın bütün bütün kapanmasını ihtar ile Kahhâr-ı Zülcelâlin celâlli tasarrufâtını ilân eder. Gece vakti ise, hem kışı, hem kabri, hem âlem-i berzahı ifham ile, ruh-u beşer rahmet-i Rahmâna ne derece muhtaç olduğunu insana hatırlatır. Ve gecede teheccüd ise, kabir gecesinde ve berzah karanlığında ne kadar lüzumlu bir ışık olduğunu bildirir, ikaz eder ve bütün bu inkılâbat içinde Cenâb-ı Mün'im-i Hakikînin nihayetsiz nimetlerini ihtar ile, ne derece hamd ve senâya müstehak olduğunu ilân eder. İkinci sabah ise, sabah-ı haşri ihtar eder. Evet, şu gecenin sabahı ve şu kışın baharı ne kadar makul ve lâzım ve kat'i ise, haşrin sabahı da, berzahın baharı da o kat'iyettedir. Demek, bu beş vaktin herbiri bir mühim inkılâp başında olduğu ve büyük inkılâpları ihtar ettiği gibi, kudret-i Samedâniyenin tasarrufât-ı azîme-i yevmiyesinin işaretiyle, hem senevî, hem asrî, hem dehrî, kudretin mucizâtını ve rahmetin hedâyâsını hatırlatır. Demek asıl vazife-i fıtrat ve esas-ı ubûdiyet ve kat'i borç olan farz namaz, şu vakitlerde lâyıktır ve enseptir. BEŞİNCİ NÜKTE İnsan fıtraten gayet zayıftır. Halbuki herşey ona ilişir, onu müteessir ve müteellim eder. Hem gayet âcizdir. Halbuki belâları ve düşmanları pek çoktur. Hem gayet fakirdir. Halbuki ihtiyâcâtı pek ziyadedir. Hem tembel ve iktidarsızdır. Halbuki hayatın tekâlifi gayet ağırdır. Hem insaniyet onu kâinatla alâkadar etmiştir. Halbuki sevdiği, ünsiyet ettiği şeylerin zevâl ve firakı, mütemadiyen onu incitiyor. Hem akıl ona yüksek maksatlar ve bâki meyveler gösteriyor. Halbuki eli kısa, ömrü kısa, iktidarı kısa, sabrı kısadır. İşte, bu vaziyette bir ruh, fecir zamanında bir Kadîr-i Zülcelâlin, bir Rahîm-i Zülcemâlin dergâhına niyazla, namazla müracaat edip arzıhal etmek, tevfik ve medet istemek ne kadar elzem; ve peşindeki gündüz âleminde başına gelecek, beline yüklenecek işleri, vazifeleri tahammül için ne kadar lüzumlu bir nokta-i istinat olduğu bedâheten anlaşılır. Ve zuhr zamanında ki o zaman gündüzün kemâli ve zevâle meyli ve yevmî işlerin âvân-ı tekemmülü ve meşâğilin tazyikinden muvakkat bir istirahat zamanı ve fâni dünyanın bekàsız ve ağır işlerin verdiği gaflet ve sersemlikten ruhun teneffüse ihtiyaç vakti ve in'âmât-ı İlâhiyenin tezahür ettiği bir andır ruh-u beşer o tazyikten kurtulup, o gafletten sıyrılıp, o mânâsız ve bekàsız şeylerden çıkıp, Kayyûm-u Bâkî olan Mün'im-i Hakikînin dergâhına gidip el bağlayarak, yekûn nimetlerine şükür ve hamd edip ve istiâne etmek ve celâl ve azametine karşı rükû ile aczini izhar etmek ve kemâl-i bîzevâline ve cemâl-i bîmisâline karşı secde edip hayret ve muhabbet ve mahviyetini ilân etmek demek olan zuhr namazını kılmak ne kadar güzel, ne kadar hoş, ne kadar lâzım ve münasip olduğunu anlamayan insan, insan değil… Asr vaktinde ki, o vakit hem güz mevsim-i hazinanesini ve ihtiyarlık halet-i mahzunânesini ve âhir zaman mevsim-i elîmânesini andırır ve hatırlattırır. Hem yevmî işlerin neticelenmesi zamanı, hem o günde mazhar olduğu sıhhat ve selâmet ve hayırlı hizmet gibi niam-ı İlâhiyenin bir yekûn-u azîm teşkil ettiği zamanı, hem o koca güneşin ufûle meyletmesi işaretiyle insan bir misafir memur ve herşey geçici, bîkarar olduğunu ilân etmek zamanıdır. Şimdi, ebediyeti isteyen ve ebed için halk olunan ve ihsana karşı perestiş eden ve firaktan müteellim olan ruh-u insan, kalkıp, abdest alıp, şu asr vaktinde ikindi namazını kılmak için Kadîm-i Bâkî ve Kayyûm-u Sermedînin dergâh-ı Samedâniyesine arz-ı münacat ederek, zevâlsiz ve nihayetsiz rahmetinin iltifatına iltica edip, hesapsız nimetlerine karşı şükür ve hamd ederek, izzet-i Rububiyetine karşı zelilâne rükûa gidip, sermediyet-i Ulûhiyetine karşı mahviyetkârâne secde ederek, hakikî bir teselli-i kalp, bir rahat-ı ruh bulup huzur-u kibriyâsında kemerbeste-i ubûdiyet olmak demek olan asr namazını kılmak ne kadar ulvî bir vazife, ne kadar münasip bir hizmet, ne kadar yerinde bir borc-u fıtrat eda etmek, belki gayet hoş bir saadet elde etmek olduğunu, insan olan anlar. Mağrib vaktinde ki, o zaman hem kışın başlamasında yaz ve güz âleminin nazenin ve güzel mahlûkatının vedâ-yı hazinânesi içinde gurub etmesinin zamanını andırır. Hem insanın vefatıyla bütün sevdiklerinden bir firâk-ı elîmâne içinde ayrılıp kabre girmek zamanını hatırlatır. Hem dünyanın zelzele-i sekerat içinde vefatıyla, bütün sekenesi başka âlemlere göçmesi ve bu dar-ı imtihan lâmbasının söndürülmesi zamanını andırır, hatırlatır ve zevâlde gurub eden mahbuplara perestiş edenleri şiddetle ikaz eder bir vakittir. İşte, akşam namazı için, böyle bir vakitte, fıtraten bir cemâl-i bâkîye âyine-i müştak olan ruh-u beşer, • şu azîm işleri yapan ve bu cesîm âlemleri çeviren, tebdil eden Kadîm-i Lemyezel ve Bâkî-i Lâyezâlin Arş-ı Azametine yüzünü çevirip, bu fânilerin üstünde Allahu ekber deyip, onlardan ellerini çekip, hizmet-i Mevlâ için el bağlayıp, Dâim-i Bâkînin huzurunda kıyam edip Elhamdü lillâh demekle kusursuz kemâline, misilsiz cemâline, nihayetsiz rahmetine karşı hamd ü senâ edip; ???????? ???????? ?????????? ??????????? 4 demekle muinsiz Rububiyetine, şeriksiz Ulûhiyetine, vezirsiz Saltanatına karşı arz-ı ubûdiyet ve istiâne etmek; • hem nihâyetsiz kibriyâsına, hadsiz kudretine ve aczsiz izzetine karşı rükûa gidip bütün kâinatla beraber zaaf ve aczini, fakr ve zilletini izhar etmekle ????????? ??????? ?????????? 5 deyip, Rabb-i Azîmini tesbih edip; • hem zevâlsiz cemâl-i Zâtına, tağayyürsüz sıfât-ı kudsiyesine, tebeddülsüz kemâl-i sermediyetine karşı secde edip, hayret ve mahviyet içinde terk-i mâsivâ ile muhabbet ve ubûdiyetini ilân edip, hem bütün fânilere bedel bir Cemîl-i Bâkî, bir Rahîm-i Sermedî bulup ????????? ??????? ?????????? 6 demekle zevâlden münezzeh, kusurdan müberrâ Rabb-i Âlâsını takdis etmek; • sonra teşehhüd edip, oturup, bütün mahlûkatın tahiyyât-ı mübarekelerini ve salâvât-ı tayyibelerini kendi hesabına o Cemîl-i Lemyezel ve Celîl-i Lâyezâle hediye edip ve Resul-i Ekremine selâm etmekle biatını tecdid ve evamirine itaatini izhar edip ve imanını tecdid ile tenvir etmek için şu kasr-ı kâinatın intizam ı hakîmânesini müşahede edip Sâni-i Zülcelâlin vahdâniyetine şehadet etmek; • hem saltanat-ı Rububiyetin dellâlı ve mübelliğ-i marziyâtı ve kitab-ı kâinatın tercüman-ı âyâtı olan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmın risaletine şehadet etmek demek olan mağrib namazını kılmak ne kadar latîf, nazif bir vazife, ne kadar aziz, leziz bir hizmet, ne kadar hoş ve güzel bir ubûdiyet, ne kadar ciddî bir hakikat ve bu fâni misafirhanede bâkiyâne bir sohbet ve dâimâne bir saadet olduğunu anlamayan adam, nasıl adam olabilir İşâ vaktinde ki, o vakit gündüzün ufukta kalan bakıye-i âsârı dahi kaybolup gece âlemi kâinatı kaplar. Mukallibü'l-Leyli ve'n-Nehâr 7 olan Kadîr-i Zülcelâlin o beyaz sahifeyi bu siyah sahifeye çevirmesindeki tasarrufât-ı Rabbâniyesiyle, yazın müzeyyen yeşil sahifesini kışın bârid beyaz sahifesine çevirmesindeki Musahhıru'ş-Şemsi ve'l-Kamer 8 olan Hakîm-i Zülkemâlin icraat-ı İlâhiyesini hatırlatır. Hem mürur-u zamanla ehl-i kuburun bakiye-i âsârı dahi şu dünyadan kesilmesiyle bütün bütün başka âleme geçmesindeki Hâlık-ı Mevt ve Hayatın 9 şuûnât-ı İlâhiyesini andırır. Hem dar ve fâni ve hakir dünyanın tamamen harap olup, azîm sekerâtıyla vefat edip, geniş ve bâki ve azametli âlem-i âhiretin inkişafında Hâlık-ı Arz ve Semâvâtın tasarrufât-ı celâliyesini ve tecelliyât-ı cemâliyesini andırır, hatırlattırır bir zamandır. Hem şu kâinatın Mâlik ve Mutasarrıf-ı Hakikîsi, Mâbud ve Mahbûb-u Hakikîsi o Zât olabilir ki, gece-gündüzü, kış ve yazı, dünya ve âhireti, bir kitabın sahifeleri gibi suhuletle çevirir, yazar, bozar, değiştirir, bütün bunlara hükmeder bir Kadîr-i Mutlak olduğunu ispat eden bir vaziyettir. İşte, nihayetsiz âciz, zayıf, hem nihayetsiz fakir, muhtaç, hem nihayetsiz bir istikbal zulümâtına dalmakta, hem nihayetsiz hâdisât içinde çalkanmakta olan ruh-u beşer, yatsı namazını kılmak için şu mânâdaki işâda, • İbrahimvâri ???? ??????? ???????????? 10 deyip, Mâbûd-u Lemyezel, Mahbûb-u Lâyezâlin dergâhına namazla iltica edip ve şu fâni âlemde ve fâni ömürde ve karanlık dünyada ve karanlık istikbalde bir Bâkî-i Sermedî ile münâcât edip, bir parçacık bir sohbet-i bâkiye, birkaç dakikacık bir ömr-ü bâki içinde dünyasına nur serpecek, istikbalini ışıklandıracak, mevcudâtın ve ahbabının firak ve zevâlinden neş'et eden yaralarına merhem sürecek olan Rahmân-ı Rahîmin iltifat-ı rahmetini ve nur-u hidayetini görüp istemek; • hem muvakkaten onu unutan ve gizlenen dünyayı o dahi unutup, dertlerini kalbin ağlamasıyla dergâh-ı rahmette döküp; • hem ne olur ne olmaz, ölüme benzeyen uykuya girmeden evvel son vazife-i ubûdiyetini yapıp, yevmiye defter-i amelini hüsn-ü hâtime ile bağlamak için salâta kıyam etmek, • yani bütün fâni sevdiklerine bedel bir Mâbud ve Mahbûb-u Bâkînin ve bütün dilencilik ettiği âcizlere bedel bir Kadîr-i Kerîmin ve bütün titrediği muzırların şerrinden kurtulmak için bir Hafîz-i Rahîmin huzuruna çıkmak; • hem Fâtiha ile başlamak, yani birşeye yaramayan ve yerinde olmayan, nâkıs, fakir mahlûkları medih ve minnettarlığa bedel, bir Kâmil-i Mutlak ve Ganiyy-i Mutlak ve Rahîm ve Kerîm olan Rabbü'l-Âlemîni medh ü senâ etmek, hem ???????? ???????? 11 hitabına terakki etmek, yani küçüklüğü, hiçliği, kimsesizliği ile beraber, Ezel ve Ebed Sultanı olan ??????? ?????? ???????? 12 'e intisabıyla şu kâinatta nazdar bir misafir ve ehemmiyetli bir vazifedar makamına girip, ???????? ???????? ?????????? ??????????? 13 demekle bütün mahlûkat namına, kâinatın cemaat-i kübrâsı ve cemiyet-i uzmâsındaki ibâdât ve istiânâtı Ona takdim etmek; • hem ????????? ?????????? ?????????????? 14 demekle, istikbal karanlığı içinde saadet-i ebediyeye giden nuranî yolu olan sırat-ı müstakime hidayeti istemek; • hem şimdi yatmış nebatat, hayvanat gibi gizlenmiş güneşler, huşyar yıldızlar, birer nefer misillü emrine musahhar ve bu misafirhane-i âlemde birer lâmbası ve hizmetkârı olan Zât-ı Zülcelâlin kibriyâsını düşünüp, Allahu ekber deyip rukûa varmak; • hem bütün mahlûkatın secde-i kübrâsını düşünüp, yani şu gecede yatmış mahlûkat gibi her senede, her asırdaki envâ-ı mevcudat, hattâ arz, hattâ dünya birer muntazam ordu, belki birer muti' nefer gibi vazife-i ubûdiyet-i dünyeviyesinden emr-i ???? ????????? 15 ile terhis edildiği zaman, yani âlem-i gayba gönderildiği vakit, nihayet intizam ile zevâlde gurub seccadesinde Allahu ekber deyip secde ettikleri, hem emr-i ???? ????????? 'dan gelen bir sayha-i ihyâ ve ikaz ile yine baharda kısmen aynen, kısmen mislen haşrolup, kıyam edip, kemerbeste-i hizmet-i Mevlâ oldukları gibi, şu insancık, onlara iktidaen, o Rahmân-ı Zülkemâlin, o Rahîm-i Zülcemâlin bârgâh-ı huzurunda hayret-âlûd bir muhabbet, bekà-âlûd bir mahviyet, izzet-âlûd bir tezellül içinde Allahu ekber deyip sücuda gitmek, yani bir nevi miraca çıkmak demek olan işâ namazını kılmak ne kadar hoş, ne kadar güzel, ne kadar şirin, ne kadar yüksek, ne kadar aziz ve leziz, ne kadar mâkul ve münasip bir vazife, bir hizmet, bir ubûdiyet, bir ciddî hakikat olduğunu elbette anladın. Demek şu beş vakit, herbiri birer inkılâb-ı azîmin işârâtı ve icraat-ı cesîme-i Rabbâniyenin emârâtı ve in'âmât-ı külliye-i İlâhiyenin alâmâtı olduklarından, borç ve zimmet olan farz namazın o zamanlara tahsisi nihayet hikmettir. ??????????? ??? ?????? ?????? ?????? ??? ???????????? ??????? ?????? ?????????? ?????????? 16 ??????????? ????? ????????? ????? ???? ???????????? ?????????? ??????????? ??????????????? ??????????? ???????????? ????????????????? ???? ???????????? ????????? ???????????? ?????????????? ????????? ??????? ????????????? ?????????? ???????????????? ????????? ?????????????? ???????? ?????? ?????????? ??????????? ???????????? ????????? ?????????????? ???????????????? ??????? ???????????? ???? ???????? ?????????????17 Dipnotlar – Arapça İbareler – Haşiyeler: 1 : 'Haydi siz akşama erdiğinizde ve sabaha kavuştuğunuzda Allah'ı tesbih edin. Göklerde ve yerde hamd ve övgü Ona mahsustur. İkindi vaktinde de ve öğle vaktine erişince de Allah'ı tesbih edip namaz kılın.” Rum Sûresi, 30:17-18. 2 : Namazın beş vakte tahsisi konusunda yukarıdaki âyetlerle birlikte bk. Bakara Sûresi, 2:238. Buhârî, Zekât 1, 41, 64, Meğâzî 60, Tevhid 1; Müs¬lim; Îmân 8, 29, 31, 259, Mesâcid 166; Tir¬mizî, Zekât 2, 6; Ebû Dâvûd, Salât 1, 9, Vitr 2, Zekât 5; Nesâî, Salat 1, 4, 6, Sıyâm 1, Îmân 23, Zekât 1, 46; İbni Mâce, İkâmetü's-Salât 194, Zekât 1; Dârimî, Tahâret 1, Ezan 208, Zekât 1. 3. bk. Müslim, Mesâcid 144, 146; Tirmizî, Deavât 25; Nesâî, Sehv 92; İbni Mâce, İkâmetü's-Salât 32. 4 : 'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz.” Fâtiha Sûresi, 1:5 5 : Büyük ve yüce olan Rabbimi her türlü noksandan tenzih ederim. 6 : En yüce olan Rabbimi her türlü noksandan tenzih ederim. 7 : bk. Nur Sûresi, 24:44. 8 : bk. Râd Sûresi, 13:2. 9 : bk. Mülk Sûresi, 67:2 10 : 'Gece bastırınca İbrahim bir yıldız gördü, ‘Rabbim budur!' dedi. Yıldız sönünce de, ‘Ben öyle sönüp batanları tanrı diye sevmem' (dedi).” En'âm Sûresi, 6:76. 11 : '(Ey Rabbimiz) ancak Sana kulluk ederiz.” Fâtiha Sûresi, 1:5. 12 : 'O, hesap gününün sahibidir.” Fâtiha Sûresi, 1:4. 13 : 'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz.” Fâtiha Sûresi, 1:5. 14: 'Bizi doğru yola ilet.” Fâtiha Sûresi, 1:6. 15 : '(Cenâb-ı Hak) Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol' demektir; o da oluverir.” Yâsin Sû¬resi, 36:82. 16 : Sen bütün kusurlardan, noksan sıfatlardan, aczden ve şerikten münezzeh olan Sübhânsın. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen herşeyi hakkıyla bilen Alîm, herşeyi hikmetle yapan Hakîm'sin.” Bakara Sûresi, 2:32. 17 : Allahım, kullarına Seni nasıl tanıyacaklarını ve Sana nasıl kulluk edeceklerini öğretmek ve isimlerinin hazinelerini tarif etmek üzere, kâinat kitabının âyetlerinin tercümanı ve kulluğuyla Senin cemâl-i rububiyetine bir ayna olarak gönderdiğin zâta, onun bütün âl ve ashâbına salât ve selâm et. Bize ve erkek, kadın bütün mü'minlere merhamet et. Âmin, rahmetinle ey merhamet edenlerin en merhametlisi Lügatler : abd : kul âciz : güçsüz acz : âcizlik, güçsüzlük ahbab : sevgililer, dostlar âhir : son âhiret : öteki dünya, öldükten sonraki hayat âhir zaman : dünya hayatının kıyamete yakın son devresi Âhirzaman Peygamberi : dünya hayatının kıyamete yakın son devresinde gönderilen Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.m.) akvâl : sözler alâkadar : alâkalı, ilgili alâmât : alâmetler, işaretler âlem : dünya âlem-i âhiret : âhiret âlemi, öteki dünya âlem-i berzah : kabir âlemi âlem-i dünya : dünya âlemi âlem-i gayb : görünmeyen âlem âlem-i kebir : büyük âlem, evren âlem-i zulümat : karanlıklar âlemi aleyhissalâtü vesselâm : Allah'ın salât ve selâmı onun üzerine olsun Allahu ekber : 'Allah en büyüktür” amelen : davranışla Arş-ı Azamet : Allah'ın sınırsız egemenliğinin ve büyüklüğünün tecelli ettiği yer arz : yeryüzü, dünya arzıhal etmek : durumunu bildirmek arz-ı münacat : yalvarıp yakarma, kurtuluş isteme arz-ı ubûdiyet : kulluğu sergileme âsar : eserler, izler asr : ikindi asr-ı saadet : Peygamberimizin yaşadığı dönem, mutluluk asrı asrî : yüzyıllık âvân : anlar, vakitler âvân-ı tekemmül : tamamlanma vakti âyine : ayna âyine-i müştak : Allah'ın güzel isimlerini bir ayna gibi üzerinde aksettiren ve Onun sonsuz güzelliğine düşkün olan insan azamet : büyüklük azamet-i âsar : eserlerin büyüklüğü azametli : büyük azîm : çok büyük aziz : yüce, şerefli, değerli bâkî : sürekli, devamlı Bâki-i Lâyezâl : hiçbir zaman yok olmayan, varlığı kalıcı ve sürekli olan Allah Bâkî-i Sermedî : varlığı kalıcı ve sürekli olan Allah bâkiyâne : sonsuzluğa yakışır biçimde bakiye-i âsâr : geride kalan eserler, izler bârgâh-ı huzur : Allah'ın huzuru, yüce katı bârid : soğuk bedâheten : ap açık şekilde bedel : karşılık bekà-âlûd : sonsuzluk sırrından pay almış bekàsız : geçici, devamlı olmayan berzah : kabir âlemi beşer : insan biat : bağlılık yemini bîkarar : kararsız birader : kardeş borc-u fıtrat : yaratılış borcu celâl : haşmet, ihtişam, yücelik, celâlli : haşmetli, ihtişamlı, heybetli Celil-i Lâyezal : varlığı sürekli, haşmet ve yüceliği sonsuz olan Allah cemaat-i kübrâ : çok büyük cemaat, topluluk cemâl : sonsuz güzellik cemâl-i bâkî : kalıcı ve devamlı güzellik cemâl-i bîmisâl : benzersiz güzellik cemâl-i Zat : Zâtının güzelliği Cemîl-i Bâki : sonsuz güzellik sahibi ve varlığı sürekli ve kalıcı olan Allah Cemîl-i Lemyezel : varlığı sürekli, güzelliği sonsuz olan Allah cemiyet-i uzmâ : çok büyük cemiyet, topluluk Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah Cenâb-ı Mün'im-i Hakikî : gerçek nimet verici olan yüce Allah cesîm : cüsseli, çok büyük dâimâne : sürekli olarak Dâim-i Bâki : varlığı kalıcı ve sürekli olan Allah dâr-ı imtihan : imtihan yeri defter-i amel : insanın iyi ve kötü işlerinin kaydedildiği defter dehrî : çağları içine alan dellâl : ilan edici, duyurucu dergâh : huzur, makam dergâh-ı İlâhî : Cenab-ı Allah'ın rahmet kapısı dergâh-ı rahmet : Allah'ın rahmet kapısı dergâh-ı Samedâniye : herşey Kendisine muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah'ın yüce katı deveran : dönüş dua : yalvarma, yakarma ebed&ebediyet : sonsuzluk eda etmek : yerine getirmek edvâr-ı ömr-ü âlem : dünyanın ömür devirleri ef'al : fiiller, hareketler efkâr-ı bâtıla : asılsız, boş düşünceler ehl-i dalâlet : hak yoldan sapmış, inançsız kimseler ehl-i kubur : kabirdekiler Elhamdü lillâh : 'her türlü teşekkür ve övgü Allah'a aittir” elvân-ı ibadet : renk renk, çeşit çeşit ibadet elzem : çok gerekli emârât : belirtiler, işaretler envâ : çeşitler, türler envâ-i mevcudat : varlıkların çeşitleri, türleri ensep : en uygun esas-ı ubûdiyet : kulluğun esası, özü esnâf-ı mahlûkat : yaratılmışların sınıfları, çeşitleri evamir : emirler evvel-i bahar : baharın başlangıcı Ezel ve Ebed Sultanı : varlığının başlangıcı ve sonu olmayan kudret ve hakimiyet sahibi Allah ezkâr : zikirler fakr : fakirlik, ihtiyaç hali fâni : gelip geçici, ölümlü Fatiha-i Şerife : Fatiha Sûresi fecir : tan yerinin ağarması, sabah fehmetmek : anlamak fıtraten : yaratılış gereği fihriste-i nuraniye : nurlu fihriste fiilen : fiil ve davranışla firak : ayrılık firâk-ı elîmâne : acı ve üzüntü verici ayrılık füyuzât-ı nimet : nimetlerin bolluğu, bereketi gaflet : duyarsızlık, mânevî sorumluluklarından habersiz davranma hali Ganiyy-i Mutlak : sınırsız zenginliğe sahip olan Allah gurûb : batma gurub etmek : batmak gurup : batış, ölüm güz : sonbahar hâdisat : olaylar hadsiz : sayısız Hafîz-i Rahîm : sonsuz rahmetiyle kullarını koruyup gözeten Allah hakikat : gerçek hakikî : gerçek, doğru Hakîm-i Zülkemâl : sonsuz mükemmellik sahibi, herşeyi hikmetle yapan Allah hakir : hor ve değersiz hâlet-i mahzunâne : üzüntülü durum Hâlik-ı Arz ve Semavat : gökleri ve yeri yaratan Allah Halik-ı Mevt ve Hayat : ölümü ve hayatı yaratan Allah halk olunma : yaratılma hamd : şükür ve övgü hamd ü senâ : şükretme ve övme harabiyet : yok oluş, yıkılış harap olmak : yok olmak harekât : hareketler harita-i kudsiye : kutsal harita haşir : öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah'ın huzurunda toplanma haşrolmak : yeniden dirilip toplanmak; bahar mevsiminde bitkilerin ve hayvanların dirilip yeryüzüne yayılması hayret-âlûd : hayret verici hayvanat : hayvanlar hazine-i rahmet : Allah'ın rahmet hazinesi hedâyâ : hediyeler, armağanlar hidâyeti istemek : doğru yola ermeyi istemek hikmet : herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması hikmet-i tahsisi : ait kılınmasının hikmeti, gayesi hilkat : yaratılış hilkat-i insan : insanın yaratılışı hizmet-i Mevlâ : dostumuz ve gözeticimiz olan Allah'ın hizmetinde bulunma hizmetkâr : hizmetçi huşyar : uyanık huzû : Allah'ın büyüklüğünü düşünerek boyun eğme huzur-u kibriyâ : sonsuz büyüklük sahibi Allah'ın yüce huzuru hülâsa : esas, öz hüsn-ü hâtime : güzel son ibâdat : ibadetler İbrahimvâri : Hz. İbrahim (a.s.) gibi icraat-ı cesîme-i Rabbâniye : Allah'ın çok büyük ve kapsamlı işi, icraatı icraat-ı İlâhiye : Allah'ın icraatları ifham : anlatma ihsan : iyilik, bağış ihsânât-ı külliye-i İlâhiye : Allah'ın herşeyi kuşatan bağış ve iyilikleri ihtar : hatırlatma ihtar etmek : hatırlatmak ihtiyâcât : ihtiyaçlar ikaz : uyarma iktidaen : uyarak iktidar : güç, kudret iltica : sığınma iltifat : iyilik ve güzellikle muamele iltifat-ı rahmet : Allah'ın sonsuz rahmet ve lütfuyla muamele etmesi in'âmat : nimetler in'âmat-ı İlâhiye : Allah'ın verdiği nimetler in'âmât-ı külliye-i İlâhiye : Allah'ın yarattığı varlıklara sunduğu hadsiz nimetler in'âmât-ı Rahmâniye : Allah'ın sonsuz şefkat ve merhametiyle bağışladığı nimetler inkılâbat : büyük değişimler, dönüşümler inkılâb-ı azîm : çok büyük değişim inkılâp : değişim, dönüşüm inkişaf : açılma, açığa çıkma intisap : bağlanma intizam : düzenlilik intizam-ı hakîmâne : son derece hikmetle işleyen düzen iptida : başlangıç istiânât : yardım dilemeler istiâne : yardım dileme istiğfar : bağışlanma dileme istihsan : beğenme, güzel bulma istikbal : gelecek zaman istirahat : rahatlama, dinlenme işâ : yatsı işârat : işaretler itaat : emre uyma izhar : gösterme izzet : şeref, yücelik, üstünlük izzet-âlûd : şeref ve yücelikle karışık izzet-i Rubûbiyet : her varlığı yaratılış amacına hikmetli bir biçimde ulaştırarak terbiye ve idare eden Allah'ın şeref ve yüceliği Kadîm-i Bâkî : varlığının başlangıcı olmayan ve sürekli hayat sahibi Allah Kadîm-i Lemyezel : varlığının başlangıcı ve sonu olmayan Allah Kadîr-i Kerîm : sonsuz cömertlik sahibi olan ve kudreti herşeye yeten Allah Kadîr-i Mutlak : sınırsız güç ve kuvvet sahibi olan Allah Kadîr-i Zülcelal : kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah Kahhâr-ı Zülcelâl : mutlak üstünlük sahibi olan, haşmet ve yüceliği sonsuz Allah kâinat : evren, yaratılmış herşey Kâmil-i Mutlak : sınırsız mükemmellik ve kusursuzluk sahibi Allah kasr-ı kâinat : kâinat sarayı kat'î : kesin kat'iyet : kesinlik kavlen : sözle Kayyûm-u Bâkî : devamlı hayat sahibi olan ve herşeyi her an ayakta tutan Allah Kayyûm-u Sermedî : varlığı sürekli olan ve herşeyi her an ayakta tutan Allah kelimât-ı mübâreke : mübarek kelimeler, sözler kemâl : kusursuzluk, mükemmellik kemâl-i bîzevâl : yok olmayan mükemmellik, kusursuzluk kemâl-i kudret : kudretin mükemmelliği kemâl-i Rubûbiyet : Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesinin, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasının mükemmelliği kemâl-i sermediyet : tam ve kusursuz süreklilik kemerbeste-i hizmet-i Mevlâ : Allah'ın huzurunda, Onun emrine hazır şekilde el bağlamak kemerbeste-i ubûdiyet : kulluk için el bağlayıp Allah'ın huzurunda durma Kerîm : sonsuz cömertlik ve ikram sahibi Allah kıyâm etmek : ayakta durmak, ayağa kalkmak kıyamet : dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması kibriyâ : azamet, büyüklük kitab-ı kâinat : kâinat kitabı kudret : güç, iktidar kudret-i Samedâniye : herşey Ona muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah'ın kudreti kudsiyet : kusur ve noksandan uzak oluş, kutsallık Kur'ân-ı Azîmüşşan : şanı yüce Kur'ân kusurât : kusurlar lâfzen : sözlü olarak latîf : hoş, güzel lâzım : gerekli leziz : lezzetli lisanen : dille Mâbud : kendisine ibadet edilen Allah Mâbûd-u Lemyezel : varlığı hiçbir zaman son bulmayan ve ibadete layık tek ilâh olan Allah mağrib : akşam Mahbûb-u Bâki : varlığı hiçbir zaman son bulmayan ve herşeyden daha sevgili olan Allah Mahbûb-u Hakikî : sevilen ve gerçek anlamda sevilmeye lâyık olan Allah Mahbûb-u Lâyezâl : hiçbir zaman kaybolup gitmeyecek yegane sevgili olan Allah mahbup : sevgili mahlûk : yaratık mahlûkat : yaratıklar mahviyet : tevazu, alçakgönüllülük mahviyetkârâne : alçak gönüllülükle mâkes : yansıma yeri maksat : gaye, istek makul : akla uygun Mâlik : herşeyin hakiki sahibi olan Allah mazhar : sahip olma medet : yardım medh ü senâ : övme ve yüceltme medih : övme meşâğil : meşguliyetler mevcudât : varlıklar mevsim-i elîmâne : acılarla dolu mevsim mevsim-i hazinane : hüzünlü mevsim meyl : eğilim meyletmek : yönelmek, yüz tutmak minnettarlık : şükran duymak, iyilik karşısında kendini borçlu hissetmek mirac : Allah'ın huzuruna yükselme misafirhane-i âlem : dünya misafirhanesi misal : benzer, örnek misal-i musağğar : küçültülmüş nümune misillü : gibi misilsiz : benzersiz mislen : benzer şekilde muâllâ : yüce muarrâ : temiz, pak, arınmış muayyen : belirli mu'cizât : mu'cizeler, bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şeyler muhabbet : sevgi Muhammed-i Arabî : Arapların içinden çıkan peygamberimiz Muhammed (a.s.m.) muinsiz : yardımcısız mukaddes : kusur ve eksiklikten yüce, kutsal Mukallibü'l-Leyli ve'n-Nehâr : gece ve gündüzü birbiri ardına çeviren Allah muntazam : düzenli musahhar : boyun eğmiş Musahhırü'ş-Şemsi ve'l-Kamer : güneş ve ayı emri altında tutan ve onları hizmetimize veren Allah Mutasarrıf-ı Hakikî : gerçek tasarruf sahibi olan, her işi kendi istek ve kurallarına göre idare eden Allah mutî : emre uyan, itaatkâr muvakkat : geçici muvakkaten : geçici olarak muzır : zararlı şeyler mübelliğ-i marziyât : Allah'ın razı olacağı hal ve hareketleri bildiren elçi müberrâ : arınmış, temiz mücmel : özetlenmiş mühim : önemli münâcat etmek : yalvarıp yakarmak, kurtuluş istemek münasip : uygun münezzeh : kusur ve eksiklikten arınmış, temiz Mün'im-i Hakikî : gerçek nimet verici olan Allah münasip : uygun müracaat : başvurma mürûr-u zaman : zamanın geçmesi müstehak : lâyık müşahede : gözleme müteellim : acı çeken müteellim etme : acı verme müteessir etme : üzme, etkileme mütemadiyen : sürekli olarak müzeyyen : süslü nâkıs : eksik nazdar : nazlı nazenin : ince, narin, nazik nâzif : temiz, pak nebâtat : bitkiler nefer : asker, er nefis : kişinin kendisi nehar : gündüz nekâis : noksanlıklar, eksiklikler neş'et etmek : doğmak niam-ı İlâhiye : Allah'ın verdiği nimetler nihayetsiz : sonsuz nisyan : unutkanlık niyaz : yalvarma, yakarma, dua nokta-i istinat : dayanak noktası nuranî : nurlu, aydınlık nûr-u hidayet : doğru yola eriştiren hidayet nuru nükte : ince anlamlı söz ömr-ü bâkî : devamlı ve kalıcı ömür ömr-ü dünya : dünyanın ömrü perestiş : taparcasına düşkünlük Rab : herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah Rabb-i Âlâ : herşeyden yüce olan Rab Rabb-i Azîm : sonsuz büyüklük sahibi ve herşeyin Rabbi olan Allah Rabbü'l-Âlemîn : âlemlerin Rabbi olan Allah rahat-ı ruh : ruh rahatlığı Rahîm : rahmeti herşeyi kuşatan Allah Rahîm-i Sermedî : varlığı sürekli olan ve yarattığı varlıklara sonsuz merhameti ve şefkatiyle davranan Allah Rahîm-i Zülcemâl : sonsuz güzellik ve merhamet sahibi Allah Rahmân-ı Rahîm : kullarına karşı sınırsız rahmet sahibi olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran Allah Rahmân-ı Zülkemâl : sonsuz mükemmellik ve merhamet sahibi olan Allah rahmet : şefkat, merhamet, ihsan rahmet-i İlâhiye : Allah'ın şefkat ve merhameti rahm-ı mâder : anne karnı rahmet-i Rahmân : rahmeti sonsuz olan Allah'ın şefkat ve merhameti Resul-i Ekrem : Allah'ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) risalet : peygamberlik rububiyet : Rablık; Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması ruh-u beşer : insan ruhu rûh-u insan : insan ruhu rükû : namazda eğilmek saadet : mutluluk saadet-i ebediye : sonsuz mutluluk saat-i kübrâ : çok büyük saat sabah-ı haşr : haşir sabahı salât : namaz salâvât-ı tayyibe : varlıkların ibadet ve duaları, Allah'ı tesbih ve takdis eden güzel sözleri saltanat : egemenlik saltanat-ı Rububiyet : Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması Sâni-i Zülcelâl : sonsuz haşmet sahibi ve herşeyi san'atlı bir şekilde yaratan Allah sayha-i ihyâ ve ikaz : hayat veren ve uyaran sesleniş secde : namazda yere kapanmak secde-i kübrâ : en büyük secde sekene : sakinler, oturanlar sekerat : can çekişme selâmet : esenlik, güven semavat : gökler senâ : övme, yüceltme senevî : yıllık sermediyet-i Ulûhiyet : Allah'ın ortak kabul etmeyen ilâhlığının sonsuzluğu ve sürekliliği setretme : örtme sıfât-ı kudsiye : kutsal sıfatlar, kusursuz özellikler sırât-ı müstakîm : dinin belirlediği dosdoğru yol sohbet-i bâkiye : sonsuzluk sırrına erişmiş sohbet suhûletle : kolaylıkla sual : isteme Sübhanallah : 'Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir” anlamında bir tesbih sücuda gitmek : namazda yere kapanmak şâmil : kapsayan şehâdet : tanıklık, şahitlik şer : kötülük şeriksiz : ortaksız şuûnât-ı İlâhiye : Cenab-ı Allah'ın işleri, fiilleri ve tasarrufları tabakat-ı ömr-ü insan : insan ömrünün aşamaları tağayyürsüz : hiçbir zaman değişmeyen tahammül : dayanma, katlanma tahiyyât-ı mübareke : canlıların bereket ve tebrik sebebi olan hal dilleriyle ve yaşayışlarıyla dile getirdikleri dualar tahsis : ait kılma takdim etmek : sunmak takdis : Allah'ın her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce olduğunu ilân etme takviye : güçlendirme, destekleme taraf-ı İlâhîden : Allah tarafından tasarruf : herşeyi dilediği gibi kullanma ve yönetme tasarrufât : tasarruflar, herşeyi dilediği gibi kullanma ve yönetme tasarrufât-ı azîme-i yevmiye : hergün meydana gelen büyük tasarruflar, faaliyetler tasarrufât-ı celâliye : Allah'ın sonsuz haşmetini yansıtan işleri, icraatları tecelliyât-ı cemâliye : Allah'ın sonsuz güzelliğinin yansımaları, görüntüleri tasarrufât-ı Rabbâniye : herşeyi terbiye ve idare eden Allah'ın fiil ve icraatları tasarruf-u İlâhî : Allah'ın faaliyet ve icraatları tazammun : içine alma tâzim : Allah'ın sonsuz azamet ve büyüklüğünü dile getirme tazyik : baskı tebdil : değiştirme tebeddülsüz : hiçbir zaman değişmeyen tecdid : yenileme tecelliyat-ı celâliye : Allah'ın sınırsız haşmet ve yüceliğini gösteren yansımalar tecelliyât-ı rahmet : rahmet yansımaları, görüntüleri teheccüd : gece sabah vaktinden önce kılınan namaz tekâlif : yükümlülükler, sorumluluklar tekbir : Allah'ın büyüklüğünü dile getirme tekid : kuvvetlendirme teneffüs : nefes alma, dinlenme tenvir : nurlandırma, aydınlatma terakkî etmek : yükselmek tercüman-ı âyât : âyetlerin, delillerin tercümanı terhis : vazifeye son verme, salıverilme terk-i mâsivâ : Allah'tan başka herşeyi terketmek tesbih : Allah'ı her türlü noksan ve kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma teşehhüd : namazda oturmak teşkil : oluşturma tevekkül : Allah'a dayanma ve güvenme tevfik : başarı, yardım tezâhür : ortaya çıkma, görünme tezellül : kendini alçak tutmak timsal-i münevver : nurlu örnek tulû : güneşin doğuşu ubûdiyet : Allah'a kulluk ufûl : batış ulvî : yüce Ulûhiyet : İlâhlık ünsiyet : yakınlık, dostluk vahdâniyet : Allah'ın bir ve benzersiz oluşu ve ortağının olmayışı vaz edilmek : konulmak, yerleştirilmek vazife-i fıtrat : yaratılış görevi vazife-i ubûdiyet : kulluk görevi vazife-i ubûdiyet-i dünyeviye : dünyadaki kulluk görevi vedâ-yı hazînâne : hüzünlü vedâ vezirsiz : yardımcısız yekûn : bütün, toplam yekûn-ü azîm : büyük toplam yevmî : günlük yevmiye : günlük zaaf : zayıflık Zât-ı Zülcelâl : sonsuz yücelik ve haşmet sahibi Zât, Allah zelilâne : zayıflık içinde zelzele-i sekerat : ölüm anındaki sarsıntı zevâl : gelip geçicilik, batış zevâlsiz : yok olmayan zillet : aşağılık, horluk zimmet : borç, sorumluluk ziyade : çok, fazla zuhr : öğle zulümât : karanlıklar

Sanatçının Fotoğrafı

İhsan Atasoy