İhsan Atasoy şarkı sözleri

?????? ????? ??????????? ?????????? ?????????? ??????????? ??????????? 1 İMANDA ne kadar büyük bir saadet ve nimet ve ne kadar büyük bir lezzet ve rahat bulunduğunu anlamak istersen, şu temsîlî hikâyeciğe bak, dinle: Bir vakit iki adam hem keyif, hem ticaret için seyahate giderler. Biri hodbin talihsiz bir tarafa, diğeri hüdâbin bahtiyar diğer tarafa sülûk eder, giderler. Hodbin adam hem hodgâm, hem hodendiş, hem bedbin olduğundan, bedbinlik cezası olarak nazarında pek fena bir memlekete düşer. Bakar ki, her yerde âciz bîçâreler, zorba müthiş adamların ellerinden ve tahribatlarından vâveylâ ediyorlar. Bütün gezdiği yerlerde böyle hazin, elîm bir hali görür. Bütün memleket bir matemhane-i umumî şeklini almış. Kendisi şu elîm ve muzlim haleti hissetmemek için sarhoşluktan başka çare bulamaz. Çünkü herkes ona düşman ve ecnebî görünüyor. Ve ortalıkta dahi müthiş cenazeleri ve meyusâne ağlayan yetimleri görür. Vicdanı azap içinde kalır. Diğeri hüdâbin, hüdâperest ve hakendiş, güzel ahlâklı idi ki, nazarında pek güzel bir memlekete düştü. İşte bu iyi adam, girdiği memlekette bir umumî şenlik görüyor: her tarafta bir sürur, bir şehrâyin, bir cezbe ve neş'e içinde zikirhaneler… Herkes ona dost ve akraba görünür. Bütün memlekette yaşasınlar ve teşekkürler ile bir terhisât-ı umumiye şenliği görüyor. Hem tekbir ve tehlil ile mesrurâne ahz-ı asker için bir davul, bir musiki sesi işitiyor. Evvelki bedbahtın hem kendi, hem umum halkın elemiyle müteellim olmasına bedel, şu bahtiyar, hem kendi, hem umum halkın süruruyla mesrur ve müferrah olur. Hem güzelce bir ticaret eline geçer, Allah'a şükreder. Sonra döner, öteki adama rast gelir. Halini anlar. Ona der: 'Yahu, sen divane olmuşsun. Batnındaki çirkinlikler zahirine aksetmiş olmalı ki, gülmeyi ağlamak, terhisâtı soymak ve talan etmek tevehhüm etmişsin. Aklını başına al, kalbini temizle ta şu musibetli perde senin nazarından kalksın, hakikati görebilesin. Zira nihayet derecede âdil, merhametkâr, raiyetperver, muktedir, intizam perver, müşfik bir melikin memleketi, hem bu derece göz önünde âsâr-ı terakkiyat ve kemâlât gösteren bir memleket, senin vehminin gösterdiği surette olamaz.” Sonra o bedbahtın aklı başına gelir, nedamet eder. 'Evet, ben işretten divane olmuştum. Allah senden razı olsun ki cehennemî bir haletten beni kurtardın” der. Ey nefsim! Bil ki, evvelki adam, kâfirdir. Veya fâsık, gafildir. Şu dünya, onun nazarında bir matemhane-i umumiyedir. Bütün zîhayat, firak ve zevâl sillesiyle ağlayan yetimlerdir. Hayvan ve insan ise, ecel pençesiyle parçalanan kimsesiz başıbozuklardır. Dağlar ve denizler gibi büyük mevcudat, ruhsuz, müthiş cenazeler hükmündedirler. Daha bunun gibi çok elîm, ezici, dehşetli evham, küfründen ve dalâletinden neş'et edip onu mânen tâzip eder. Diğer adam ise, mü'mindir. Cenâb-ı Hâlıkı tanır, tasdik eder. Onun nazarında şu dünya bir zikirhane-i Rahmân, bir talimgâh-ı beşer ve hayvan, ve bir meydan-ı imtihan-ı ins ü cândır. Bütün vefiyât-ı hayvaniye ve insaniye ise, terhisattır. Vazife-i hayatını bitirenler, bu dâr-ı fâniden, mânen mesrurâne, dağdağasız diğer bir âleme giderler ta yeni vazifedarlara yer açılsın, gelip çalışsınlar. Bütün tevellüdât-ı hayvaniye ve insaniye ise, ahz-ı askere, silâh altına, vazife başına gelmektir. Bütün zîhayat, birer muvazzaf mesrur asker, birer müstakim memnun memurlardır. Bütün sadâlar ise, ya vazife başlamasındaki zikir ve tesbih ve paydostan gelen şükür ve tefrih veya işlemek neş'esinden neş'et eden nağamattır. Bütün mevcudat, o mü'minin nazarında, Seyyid-i Kerîminin ve Mâlik-i Rahîminin birer mûnis hizmetkârı, birer dost memuru, birer şirin kitabıdır. Daha bunun gibi pek çok lâtif, ulvî ve leziz, tatlı hakikatler, imanından tecellî eder, tezahür eder. Demek iman bir mânevî tûbâ-i Cennet çekirdeğini taşıyor. Küfür ise mânevî bir zakkum-u Cehennem tohumunu saklıyor. Demek selâmet ve emniyet yalnız İslâmiyette ve imandadır. Öyle ise biz dai¬ma 'Elhamdü lillâhi alâ dini'l-İslâm ve kemâli'l-îman” 2 demeliyiz. Dipnotlar – Arapça İbareler – Haşiyeler : 1 : 'O takvâ sahipleri öyle kimselerdir ki, gayba iman ederler.” Bakara Sûresi, 2:3. 2 : Bize ihsan ettiği İslâm dini ve mükemmel iman nimeti sebebiyle Allah'a hamd olsun. Lügatler : âdil : adaletli ahz-ı asker : asker alımı aksetmek : yansımak âsâr-ı terakkiyat ve kemâlât : gelişmişlik ve kalkınmışlık eserleri bahtiyar : talihli batn : iç bedbaht : talihsiz, kötü talihli bedbin : ümitsiz, karamsar bîçâre : çaresiz Cenâb-ı Hâlık : Yüce Yaratıcı, Allah cezbe : Allah aşkıyla kendinden geçme dağdağasız : sıkıntısız, ızdırapsız dalâlet : hak yoldan sapkınlık, inançsızlık dâr-ı fâni : geçici yer, dünya dehşetli : korkunç diğer bir âlem : âhiret, öteki dünya divane : deli ecel : ölüm vakti ecnebî : yabancı elem : acı, üzüntü elîm : üzücü, acı verici evham : vehimler, kuruntular evvelki : önceki fâsık : günahkâr fena : kötü firak : ayrılık gafil : duyarsız, sorumsuz, âhiretten ve Allah'ın emir ve yasaklarından habersiz davranan hakendiş : hak taraftarı hakikat : gerçek halet : hal, durum hazin : hüzünlü hodbin : kendini beğenmiş, bencil hodendiş : yalnız kendini düşünen hodgâm : keyfine düşkün hüdâbin : Allah'ı tanıyan hüdâperest : Allah'a ibadet eden intizam perver : düzeni seven işret : içkili eğlence, sefahet küfür : inkâr, inançsızlık lâtif : güzel, hoş leziz : lezzetli Mâlik-i Rahîm : sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan herşeyin sahibi Allah mânen : mânevî olarak matemhane-i umumî : genel yas evi melik : hükümdar merhametkâr : merhametli, şefkatli mesrur : mutlu mesrurâne : mutlu olarak mevcudat : varlıklar meydan-ı imtihan-ı ins-ü cân : insanların ve cinlerin imtihan yeri meyusâne : ümitsizcesine muktedir : güçlü, iktidar sahibi mûnis : sevimli, dost muvazzaf : vazifeli, görevli muzlim : karanlıklı mü'min : imanlı, Allah'a inanan müferrah : ferahlamış, huzurlu müstakim : dosdoğru olan müşfik : şefkatli müteellim olmak : üzülmek, acı duymak nağamat : nağmeler, hoş sesler nazar : bakış nedamet etmek : pişman olmak nefis : kişinin kendisi neş'et etmek : doğmak, kaynaklanmak nihayet : son raiyetperver : halkına iyi davranan saadet : mutluluk sadâ : ses selâmet : güven, esenlik Seyyid-i Kerîm : ikram ve cömertlik sahibi efendi, Allah sille : tokat, şamar suret : şekil sülûk etmek : yönelmek, yola girmek sürur : mutluluk şehrâyin : şenlik tahribat : yıkıp bozmalar tâlimgâh-ı beşer ve hayvan : hayvan ve insanların eğitim yeri tasdik etmek : doğruluğunu kabul etmek tâzip etmek : azap vermek tecellî : yansıma tefrih : ferahlama tehlil : 'Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur” mânâsındaki 'lâ ilâhe illallah” sözünü söylemek tekbir : 'Allah en büyüktür” mânâsında 'Allahu Ekber” demek temsîlî : kıyaslamalı benzetme şeklinde, analojik terhisat : serbest bırakılmalar, salıverilmeler terhisât-ı umumiye : genel izin, salıverilme tesbih : Allah'ı kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma tevehhüm etmek : kuruntuya kapılmak, zannetmek tevellüdât-ı hayvaniye ve insaniye : hayvan ve insanların doğumu tezahür etmek : görünmek tûbâ-i Cennet : Cennetteki tûbâ ağacı ulvî : yüce umum : bütün umumî : genel vâveylâ : feryat vazifedar : vazifeli, görevli vazife-i hayat : hayat görevi vefiyât-ı hayvaniye ve insaniye : hayvanların ve insanların ölümleri vehim : zan, kuruntu zahir : dış zakkum-u Cehennem : Cehennemdeki zakkum ağacı zevâl : geçip gitme, kaybolma zîhayat : canlı zikir : Allah'ı anma zikirhane : Allah'ın anıldığı yer zikirhâne-i Rahmân : çok merhametli olan Allah'ın anıldığı mekân

Sanatçının Fotoğrafı

İhsan Atasoy