İhsan Atasoy şarkı sözleri

Ramazan-ı Şerife dairdir Birinci kısmın âhirinde şeair-i İslâmiyeden bir nebze bahsedildiğinden şeairin içinde en parlak ve muhteşem olan Ramazan-ı Şerife dair olan bu ikinci kısımda, bir kısım hikmetleri zikredilecektir. Bu İkinci Kısım, Ramazan-ı Şerifin pek çok hikmetlerinden dokuz hikmeti beyan eden 'Dokuz Nükte”dir. ???????????? ?????????? ?????????? 1?????? ????????? ??????? ???????? ????? ?????????? ????? ????????? ?? ?????????? ???? ???????? ?? ???????????? BİRİNCİ NÜKTE Ramazan-ı Şerifteki savm, İslâmiyetin erkân-ı hamsesinin birincilerindendir. Hem şeair-i İslâmiyenin âzamlarındandır. İşte Ramazan-ı Şerifteki orucun çok hikmetleri; hem Cenâb-ı Hakk'ın Rububiyetine, hem insanın hayat-ı içtimaiyesine, hem hayat-ı şahsiyesine, hem nefsin terbiyesine, hem niam-ı İlâhiyenin şükrüne bakar hikmetleri var. Cenâb-ı Hakk'ın Rububiyeti noktasında orucun çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: Cenâb-ı Hak, zemin yüzünü bir sofra-i nimet suretinde halkettiği ve bütün enva'-ı nimeti o sofrada 2??????????????????????? bir tarzda o sofraya dizdiği cihetle, kemal-i Rububiyetini ve rahmaniyet ve rahîmiyetini o vaziyetle ifade ediyor. İnsanlar gaflet perdesi altında ve esbab dairesinde o vaziyetin ifade ettiği hakikatı tam göremiyor, bazan unutuyor. Ramazan-ı Şerifte ise, ehl-i îman birden muntazam bir ordu hükmüne geçer. Sultan-ı Ezelî'nin ziyafetine davet edilmiş bir surette akşama yakın 'Buyurunuz” emrini bekliyorlar gibi bir tavr-ı ubudiyetkârane göstermeleri, o şefkatli ve haşmetli ve külliyetli rahmaniyete karşı, vüs'atli ve azametli ve intizamlı bir ubudiyetle mukabele ediyorlar. Acaba böyle ulvî ubudiyete ve şeref-i keramete iştirak etmeyen insanlar insan ismine lâyık mıdırlar? İKİNCİ NÜKTE Ramazan-ı Mübareğin savmı, Cenâb-ı Hakkın nimetlerinin şükrüne baktığı cihetle, çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: Birinci Sözde denildiği gibi, bir padişahın matbahından bir tablacının getirdiği taamlar bir fiyat ister. Tablacıya bahşiş verildiği halde, çok kıymettar olan o nimetleri kıymetsiz zannedip onu in'âm edeni tanımamak nihayet derecede bir belâhet olduğu gibi; Cenâb-ı Hak, hadsiz envâ-ı nimetini nev-i beşere zemin yüzünde neşretmiş, ona mukàbil, o nimetlerin fiyatı olarak şükür istiyor. O nimetlerin zâhirî esbabı ve ashabı, tablacı hükmündedirler. O tablacılara bir fiyat veriyoruz, onlara minnettar oluyoruz. Hattâ müstehak olmadıkları pek çok fazla hürmet ve teşekkürü ediyoruz. Hâlbuki Mün'im-i Hakikî, o esbabdan hadsiz derecede, o nimet vasıtasıyla şükre lâyıktır. İşte Ona teşekkür etmek, o nimetleri doğrudan doğruya Ondan bilmek, o nimetlerin kıymetini takdir etmek ve o nimetlere kendi ihtiyacını hissetmekle olur. İşte, Ramazan-ı Şerifteki oruç, hakikî ve hâlis, azametli ve umumî bir şükrün anahtarıdır. Çünkü sair vakitlerde mecburiyet tahtında olmayan insanların çoğu, hakikî açlık hissetmedikleri zaman, çok nimetlerin kıymetini derk edemiyor. Kuru bir parça ekmek, tok olan adamlara, hususan zengin olsa, ondaki derece-i nimet anlaşılmıyor. Hâlbuki iftar vaktinde, o kuru ekmek, bir mü'minin nazarında çok kıymettar bir nimet-i İlâhiye olduğuna kuvve-i zâikası şehadet eder. Padişahtan tâ en fukaraya kadar herkes, Ramazan-ı Şerifte o nimetlerin kıymetlerini anlamakla bir şükr-ü mânevîye mazhar olur. Hem gündüzdeki yemekten memnûiyeti cihetiyle, 'O nimetler benim mülküm değil. Ben bunların tenâvülünde hür değilim. Demek başkasının malıdır ve in'âmıdır; Onun emrini bekliyorum” diye, nimeti nimet bilir, bir şükr-ü mânevî eder. İşte, bu suretle oruç çok cihetlerle hakikî vazife-i insaniye olan şükrün anahtarı hükmüne geçer. ÜÇÜNCÜ NÜKTE Oruç, hayat-ı içtimaiye-i insaniyeye baktığı cihetle çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: İnsanlar maişet cihetinde muhtelif bir surette halk edilmişler. Cenâb-ı Hak, o ihtilâfa binaen, zenginleri fukaraların muavenetine davet ediyor. Hâlbuki zenginler fukaranın acınacak acı hallerini ve açlıklarını, oruçtaki açlıkla tam hissedebilirler. Eğer oruç olmazsa, nefisperest çok zenginler bulunabilir ki, açlık ve fakirlik ne kadar elîm ve onlar şefkate ne kadar muhtaç olduğunu idrak edemez. Bu cihette insaniyetteki hemcinsine şefkat ise, şükr-ü hakikînin bir esasıdır. Hangi fert olursa olsun, kendinden bir cihette daha fakiri bulabilir; ona karşı şefkate mükelleftir. Eğer nefsine açlık çektirmek mecburiyeti olmazsa, şefkat vasıtasıyla muavenete mükellef olduğu ihsanı ve yardımı yapamaz, yapsa da tam olamaz. Çünkü hakikî o hâleti kendi nefsinde hissetmiyor. DÖRDÜNCÜ NÜKTE Ramazan-ı Şerifteki oruç, nefsin terbiyesine baktığı cihetindeki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: Nefis, kendini hür ve serbest ister ve öyle telâkki eder. Hattâ mevhum bir rububiyet ve keyfemâyeşâ hareketi, fıtrî olarak arzu eder. Hadsiz nimetlerle terbiye olunduğunu düşünmek istemiyor. Hususan, dünyada servet ve iktidarı da varsa, gaflet dahi yardım etmişse, bütün bütün gasıbâne, hırsızcasına, nimet-i İlâhiyeyi hayvan gibi yutar. İşte, Ramazan-ı Şerifte, en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki, kendisi mâlik değil, memlûktür; hür değil, abddir. Emrolunmazsa, en âdi ve en rahat şeyi de yapamaz, elini suya uzatamaz diye, mevhum rububiyeti kırılır, ubûdiyeti takınır, hakikî vazifesi olan şükre girer. BEŞİNCİ NÜKTE Ramazan-ı Şerifin orucu, nefsin tehzib-i ahlâkına ve serkeşâne muamelelerinden vazgeçmesi cihetine baktığı noktasındaki çok hikmetlerinden birisi şudur ki: Nefs-i insaniye gafletle kendini unutuyor. Mahiyetindeki hadsiz aczi, nihayetsiz fakrı, gayet derecedeki kusurunu göremez ve görmek istemez. Hem ne kadar zayıf ve zevâle maruz ve musibetlere hedef bulunduğunu ve çabuk bozulur, dağılır et ve kemikten ibaret olduğunu düşünmez. Adeta polattan bir vücudu var gibi, lâyemûtâne, kendini ebedî tahayyül eder gibi dünyaya saldırır. Şedit bir hırs ve tamahla ve şiddetli alâka ve muhabbetle dünyaya atılır. Her lezzetli ve menfaatli şeylere bağlanır. Hem kendini kemâl-i şefkatle terbiye eden Hâlıkını unutur. Hem netice-i hayatını ve hayat-ı uhreviyesini düşünmez; ahlâk-ı seyyie içinde yuvarlanır. İşte, Ramazan-ı Şerifteki oruç, en gafillere ve mütemerridlere, zaafını ve aczini ve fakrını ihsas ediyor. Açlık vasıtasıyla midesini düşünüyor; midesindeki ihtiyacını anlar. Zayıf vücudu ne derece çürük olduğunu hatırlıyor. Ne derece merhamete ve şefkate muhtaç olduğunu derk eder. Nefsin firavunluğunu bırakıp, kemâl-i acz ve fakr ile dergâh-ı İlâhiyeye ilticaya bir arzu hisseder ve bir şükr-ü mânevî eliyle rahmet kapısını çalmaya hazırlanır eğer gaflet kalbini bozmamışsa! ALTINCI NÜKTE Ramazan-ı Şerifin sıyâmı, Kur'ân-ı Hakîmin nüzulüne baktığı cihetle ve Ramazan-ı Şerif, Kur'ân-ı Hakîmin en mühim zaman-ı nüzulü olduğu cihetindeki çok hikmetlerinden birisi şudur ki: Kur'ân-ı Hakîm, madem şehr-i Ramazan'da nüzul etmiş. O Kur'ân'ın zaman-ı nüzulunu istihzar ile, o semâvî hitabı hüsn-ü istikbal etmek için Ramazan-ı Şerifte nefsin hâcât-ı süfliyesinden ve mâlâyâniyat hâlâttan tecerrüt ve ekl ve şürbün terkiyle melekiyet vaziyetine benzemek ve bir surette o Kur'ân'ı yeni nâzil oluyor gibi okumak ve dinlemek ve ondaki hitâbât-ı İlâhiyeyi güya geldiği ân-ı nüzulünde dinlemek ve o hitabı Resul-i Ekremden (a.s.m.) işitiyor gibi dinlemek, belki Hazret-i Cebrâil'den, belki Mütekellim-i Ezelîden dinliyor gibi bir kudsî hâlete mazhar olur. Ve kendisi tercümanlık edip başkasına dinlettirmek ve Kur'ân'ın hikmet-i nüzulünü bir derece göstermektir. Evet, Ramazan-ı Şerifte güya âlem-i İslâm bir mescid hükmüne geçiyor. Öyle bir mescid ki, milyonlarla hâfızlar, o mescid-i ekberin köşelerinde o Kur'ân'ı, o hitab-ı semâvîyi arzlılara işittiriyorlar. Her Ramazan, ?????? ????????? ???????? ???????? ????? ??????????? 3 âyetini, nuranî, parlak bir tarzda gösteriyor; Ramazan Kur'ân ayı olduğunu ispat ediyor. O cemaat-i uzmânın sair efradları, bazıları huşû ile o hâfızları dinlerler. Diğerleri kendi kendine okurlar. Şöyle bir vaziyetteki bir mescid-i mukaddeste, nefs-i süflînin hevesâtına tâbi olup, yemek içmekle o vaziyet-i nuranîden çıkmak ne kadar çirkinse ve o mesciddeki cemaatin mânevî nefretine ne kadar hedef ise, öyle de, Ramazan-ı Şerifte ehl-i sıyâma muhalefet edenler de o derece umum âlem-i İslâmın mânevî nefretine ve tahkirine hedeftir. YEDİNCİ NÜKTE Ramazan'ın sıyâmı, dünyada âhiret için ziraat ve ticaret etmeye gelen nev-i insanın kazancına baktığı cihetteki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: Ramazan-ı Şerifte sevab-ı a'mâl, bire bindir. Kur'ân-ı Hakîmin, nass-ı hadisle, herbir harfinin on sevabı var;4 on hasene sayılır, on meyve-i Cennet getirir. Ramazan-ı Şerifte herbir harfin on değil, bin ve Âyetü'l-Kürsî gibi âyetlerin herbir harfi binler ve Ramazan-ı Şerifin Cumalarında daha ziyadedir.5 Ve Leyle-i Kadirde otuz bin hasene sayılır.6Evet, herbir harfi otuz bin bâki meyveler veren Kur'ân-ı Hakîm, öyle bir nuranî şecere-i tûbâ hükmüne geçiyor ki, milyonlarla o bâki meyveleri Ramazan-ı Şerifte mü'minlere kazandırır. İşte, gel, bu kudsî, ebedî, kârlı ticarete bak, seyret ve düşün ki, bu hurufâtın kıymetini takdir etmeyenler ne derece hadsiz bir hasârette olduğunu anla. İşte, Ramazan-ı Şerif adeta bir âhiret ticareti için gayet kârlı bir meşher, bir pazardır. Ve uhrevî hâsılat için gayet münbit bir zemindir. Ve neşvünemâ-i a'mâl için, bahardaki mâ-i Nisandır. Saltanat-ı rububiyet-i İlâhiyeye karşı ubûdiyet-i beşeriyenin resmigeçit yapmasına en parlak, kudsî bir bayram hükmündedir. Ve öyle olduğundan, yemek içmek gibi nefsin gafletle hayvanî hâcâtına ve mâlâyâni ve hevâperestâne müştehiyâta girmemek için, oruçla mükellef olmuş. Güya muvakkaten hayvaniyetten çıkıp melekiyet vaziyetine veyahut âhiret ticaretine girdiği için, dünyevî hâcâtını muvakkaten bırakmakla, uhrevî bir adam ve tecessüden tezahür etmiş bir ruh vaziyetine girerek, savmı ile Samediyete bir nevi âyinedarlık etmektir. Evet, Ramazan-ı Şerif, bu fâni dünyada, fâni ömür içinde ve kısa bir hayatta, bâki bir ömür ve uzun bir hayat-ı bâkiyeyi tazammun eder, kazandırır. Evet, birtek Ramazan, seksen sene bir ömür semerâtını kazandırabilir. Leyle-i Kadir ise, nass-ı Kur'ân ile bin aydan daha hayırlı olduğu, bu sırra bir hüccet-i kàtıadır. Evet, nasıl ki bir padişah, müddet-i saltanatında, belki her senede, ya cülûs-u hümayun namıyla veyahut başka bir şâşaalı cilve-i saltanatına mazhar bazı günleri bayram yapar. Raiyetini, o günde umumî kanunlar dairesinde değil, belki hususî ihsânâtına ve perdesiz huzuruna ve has iltifatına ve fevkalâde icraatına ve doğrudan doğruya lâyık ve sadık milletini has teveccühüne mazhar eder. Öyle de, Ezel ve Ebed Sultanı olan on sekiz bin âlemin Padişah-ı Zülcelâli, o on sekiz bin âleme bakan, teveccüh eden ferman-ı âlişânı olan Kur'ân-ı Hakîmi, Ramazan-ı Şerifte inzal eylemiş. Elbette o Ramazan, mahsus bir bayram-ı İlâhî ve bir meşher-i Rabbânî ve bir meclis-i ruhanî hükmüne geçmek, mukteza-yı hikmettir. Madem Ramazan o bayramdır. Elbette bir derece süflî ve hayvanî meşagilden insanları çekmek için, oruca emredilecek. Ve o orucun ekmeli ise, mide gibi bütün duyguları, gözü, kulağı, kalbi, hayali, fikri gibi cihazat-ı insaniyeye dahi bir nevi oruç tutturmaktır. Yani, muharremattan, mâlâyâniyattan çekmek ve herbirisine mahsus ubûdiyete sevk etmektir. Meselâ, dilini yalandan, gıybetten ve galiz tabirlerden ayırmakla ona oruç tutturmak ve o lisanı, tilâvet-i Kur'ân ve zikir ve tesbih ve salâvat ve istiğfar gibi şeylerle meşgul etmek; meselâ gözünü nâmahreme bakmaktan ve kulağını fena şeyleri işitmekten men edip, gözünü ibrete ve kulağını hak söz ve Kur'ân dinlemeye sarf etmek gibi, sair cihazata da bir nevi oruç tutturmaktır. Zaten mide en büyük bir fabrika olduğu için, oruçla ona tatil-i eşgal ettirilse, başka küçük destgâhlar kolayca ona ittibâ ettirilebilir. SEKİZİNCİ NÜKTE Ramazan-ı Şerif, insanın hayat-ı şahsiyesine baktığı cihetindeki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: İnsana en mühim bir ilâç nev'inden maddî ve mânevî bir perhizdir. Ve tıbben bir hımyedir ki, insanın nefsi yemek, içmek hususunda keyfemâyeşâ hareket ettikçe, hem şahsın maddî hayatına tıbben zarar verdiği gibi, hem helâl-haram demeyip rast gelen şeye saldırmak, adeta mânevî hayatını da zehirler. Daha kalbe ve ruha itaat etmek, o nefse güç gelir, serkeşâne dizginini eline alır. Daha insan ona binemez; o insana biner. Ramazan-ı Şerifte, oruç vasıtasıyla bir nevi perhize alışır, riyazete çalışır ve emir dinlemeyi öğrenir. Biçare zayıf mideye de, hazımdan evvel yemek yemek üzerine doldurmakla hastalıkları celb etmez. Ve emir vasıtasıyla helâli terk ettiği cihetle, haramdan çekinmek için akıl ve şeriattan gelen emri dinlemeye kàbiliyet peydâ eder. Hayat-ı mâneviyeyi bozmamaya çalışır. Hem insanın ekseriyet-i mutlakası açlığa çok defa müptelâ olur. Sabır ve tahammül için bir idman veren açlık, riyazete muhtaçtır. Ramazan-ı Şerifteki oruç, on beş saat, sahursuz ise yirmi dört saat devam eden bir müddet-i açlığa sabır ve tahammül ve bir riyazettir ve bir idmandır. Demek, beşerin musibetini ikileştiren sabırsızlığın ve tahammülsüzlüğün bir ilâcı da oruçtur. Hem o mide fabrikasının çok hademeleri var. Hem onunla alâkadar çok cihazat-ı insaniye var. Nefis, eğer muvakkat bir ayın gündüz zamanında tatil-i eşgal etmezse, o fabrikanın hademelerinin ve o cihazatın hususî ibadetlerini onlara unutturur, kendiyle meşgul eder, tahakkümü altında bırakır. O sair cihazat-ı insaniyeyi de, o mânevî fabrika çarklarının gürültüsü ve dumanlarıyla müşevveş eder. Nazar-ı dikkatlerini daima kendine celb eder. Ulvî vazifelerini muvakkaten unutturur. Ondandır ki, eskiden beri çok ehl-i velâyet, tekemmül için riyazete, az yemek ve içmeye kendilerini alıştırmışlar. Fakat Ramazan-ı Şerif orucuyla o fabrikanın hademeleri anlarlar ki, sırf o fabrika için yaratılmamışlar. Ve sair cihazat, o fabrikanın süflî eğlencelerine bedel, Ramazan-ı Şerifte melekî ve ruhanî eğlencelerde telezzüz ederler, nazarlarını onlara dikerler. Onun içindir ki, Ramazan-ı Şerifte mü'minler derecâtına göre ayrı ayrı nurlara, feyizlere, mânevî sürurlara mazhar oluyorlar. Kalb ve ruh, akıl, sır gibi letâifin o mübarek ayda oruç vasıtasıyla çok terakkiyat ve tefeyyüzleri vardır. Midenin ağlamasına rağmen, onlar mâsumâne gülüyorlar. DOKUZUNCU NÜKTE Ramazan-ı Şerifin orucu, doğrudan doğruya nefsin mevhum rububiyetini kırmak ve aczini göstermekle ubûdiyetini bildirmek cihetindeki hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: Nefis Rabbisini tanımak istemiyor; firavunâne kendi rububiyet istiyor. Ne kadar azaplar çektirilse, o damar onda kalır. Fakat açlıkla o damarı kırılır. İşte, Ramazan-ı Şerifteki oruç, doğrudan doğruya nefsin firavunluk cephesine darbe vurur, kırar. Aczini, zaafını, fakrını gösterir, abd olduğunu bildirir. Hadisin rivayetlerinde vardır ki: Cenâb-ı Hak nefse demiş ki: 'Ben neyim, sen nesin?” Nefis demiş: 'Ben benim, Sen sensin.” Azap vermiş, Cehenneme atmış, yine sormuş. Yine demiş: 'Ene ene, ente ente.” Hangi nevi azâbı vermiş, enâniyetten vazgeçmemiş. Sonra açlıkla azap vermiş. Yani aç bırakmış. Yine sormuş: 'Men ene? Ve mâ ente?” Nefis demiş:?????? ?????? ?????????? – ??????? ???????? ?????????? Yani, 'Sen benim Rabb-i Rahîmimsin. Ben senin âciz bir abdinim.7 ??????????? ????? ????????? ????? ?????????? ????????? ??????? ??????? ???? ???????? ??????????? ???????? ???????? ??????? ??????? ???????????? ??? ?????? ????????? ???????? ?????? ?????????? ?????????8 ????????? ??????? ????? ????????? ?????? ????????? – ????????? ????? ?????????????? – ??????????? ????? ????? ????????????? ???????9 İtizar: Şu İkinci Kısım, kırk dakikada sür'atle yazılmasından, ben ve müsvedde yazan kâtip ikimiz de hasta olduğumuzdan, elbette içinde müşevveşiyet ve kusur bulunacaktır. Nazar-ı müsamaha ile bakmalarını ihvanlarımızdan bekleriz. Münasip gördüklerini tashih edebilirler. Dipnotlar – Arapça İbareler – Haşiyeler : 1 : 'O Ramazan ayı ki, insanlara doğru yolu gösteren, apaçık hidayet delillerini taşıyan ve hak ile bâtılın arasını ayıran Kur'ân, o ayda indirilmiştir.” Bakara Sûresi: 2:185. 2 : 'Umulmadık yerlerden.”(Talak Suresi, 65: 3) 3 : Ramazan ayı, kendisinde Kur'ân'ın indirildiği aydır.” Bakara Sûresi, 2:185 4 : Tirmizî, Fezâilü'l-Kur'ân, 16; Mecmeu'z-Zevâid, 7:163. 5 : Deylemî, Müsnedü'l-Firdevs, 3:130. 6 : bk. Kadr Sûresi, 97:3. 7 : El-Havbevî, Dürretüt'l-Vâizîn, s. 11. 8 : Allahım! Efendimiz Muhammed'e ve âl ve ashabına Senin razı olacağın ve onun lâyık ve müstehak olduğu bir rahmetle, Ramazan ayında okunan Kur'ân'ın harfleri adedince salât ve selâm et. Âmin. 9 : 'İzzet sahibi Rabbin, onların yakıştırdıklarından münezzehtir. Bütün peygamberlere selâm olsun. Hamd ise Âlemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.” Sâffât Sûresi, 37:180-182. Lügatler abd : kul âciz : güçsüz, zavallı acz : acizlik, güçsüzlük âdi : normal, sıradan Âhir: son âhiret : öteki dünya, öldükten sonraki hayat ahlâk-ı seyyie : kötü ahlâk alâka : bağlantı, ilgi alâkadar : alâkalı, ilgili âlem-i İslâm : İslâm âlemi ân-ı nüzul : inme (gönderilme) ânı arzlılar : dünyalılar ashab : sahipler Âyetü'l-Kürsî : Allah'ın varlığından ve bir kısım mühim sıfatlarından bahseden Bakara Sûresinin 255. âyeti âyinedarlık : aynalık azâb : işkence, eziyet Âzam: en büyük azamet : büyüklük, yücelik bâki : devamlı, sürekli bayram-ı İlâhî : İlâhî bayram belâhet : aptallık, ahmaklık beşer : insan Beyan etmek: açıklamak, izah etmek biçare : çaresiz, zavallı binaen : dayanarak celb etme : çekme cemaat-i uzmâ : büyük cemaat Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah cihazat : organlar, âletler cihazat-ı insaniye : insana ait organlar, duygular cihet : taraf, yön cilve-i saltanat : saltanatın görüntüsü cülûs-u hümâyun : padişahın tahta çıkışı derecât: dereceler derece-i nimet : nimet derecesi dergâh-ı İlâhiye : Allah'ın yüce katı derk etmek : anlamak destgâh : tezgah ebedî : sonu olmayan, sonsuz efrad : fertler, bireyler ehl-i iman : Allah'a ve Allah'tan gelen herşeye inanan kimseler, mü'minler ehl-i siyam : oruç tutanlar ehl-i velâyet : velîler, Allah dostları ekl : yeme ekmel : daha mükemmel ekseriyet-i mutlaka : genel çoğunluk elîm : acı ve sıkıntı veren enâniyet : benlik, gurur ene : ben ente : sen envâ-ı nimet : nimet çeşitleri Erkân-ı hamse: beş esas, şart esbab : sebepler Ezel Ebed Sultanı : varlığının başlangıcı ve sonu olmayan kudret ve hakimiyet sahibi Sultan, Allah fakr : fakirlik, muhtaçlık fâni : geçici olan, ölümlü fena : gelip geçicilik ferman-ı âlişân : şanı yüce ferman fevkalâde : olağanüstü feyiz : mânevî gıda, bereket fıtrî : doğal, yaratılıştan gelen Firavunâne : Firavun gibi firavunluk : kendisini Firavun gibi ilâh seviyesine çıkaracak derecede büyük görme fukara : fakirler, yoksullar gafil : duyarsız, sorumsuz, âhiretten ve Allah'ın emir ve yasaklarından habersiz davranan gaflet : duyarsızlık, umursamazlık, dalgınlık, dikkatsizlik galiz : çirkin, kaba gasıbâne : hakkı olmadığı şeyi alarak, gasbederek gayet : son derece, çok gıybet : arkadan çekiştirmek, hazır olmayan birisinin aleyhinde konuşmak güya : sanki hâcât : ihtiyaçlar hâcât-ı süfliye : aşağılık ve bayağı ihtiyaçlar hademe : hizmetçi hadis : Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranış hadsiz : sınırsız, sonsuz hâfız : Kur'ân-ı Kerimi ezberleyen kişi hakikat : doğru gerçek hakikî : asıl, gerçek hâlât : haller, durumlar hâlet : durum, hâl Hâlık : yaratıcı, herşeyi yaratan Allah hâlis : temiz, katıksız halk etme : yaratma haram : dince kesin bir delil ile yasaklanan şey hasâret : zarar hasene : iyilik hasılat : gelir haşmetli : büyük, görkemli hayat-ı bâkiye : devamlı ve kalıcı âhiret hayatı Hayat-ı içtimaiye: toplum hayatı hayat-ı içtimaiye-i insaniye : insanlığın toplumsal hayatı hayat-ı mâneviye : mânevî hayat, maddî olmayan hayat hayat-ı şahsiye : kişisel hayat hayat-ı uhreviye : ahiret hayatı hayvaniyet : hayvanlık helâl : dinen yapılmasına izin verilmiş şey hevâperestâne : nefsin isteklerine düşkün bir şekilde hevesât : gelip geçici arzu ve istekler hımye : perhiz hırs : aşırı istek, şiddetli arzu hikmet : gaye, fayda hikmet-i nüzul : iniş gayesi, hikmeti hitâbât-ı İlâhiye : ilâhî hitaplar, seslenişler hitâb-ı semavî : Allah tarafından gelen semavî hitaplar hurufât : harfler husus : konu, mevzu hususan: özellikle hususî : özel, kendine ait huşû : korku ve sevgiyle bulunulan edebli hâl hüccet-i kàtıa : kesin delil hüsn-ü istikbal : güzel karşılama idrak : anlayış, kavrayış ihsan : bağış, ikram, lütuf ihsânât : bağışlar, ikramlar, iyilikler ihsas : hissettirme ihtilâf : anlaşmazlık, uyuşmazlık ihvan : kardeşler iktidar: kudret, güç, egemenlik, kuvvet, idare gücü ilticâ : sığınma iltifat : gönül okşayıcı güzel söz in'am : nimetlendirmeler in'am etmek : nimet vermek intizam : düzen, tertip inzal edilme : indirilme istiğfar : af dileme, tevbe istihzar : hazır etme, gözönüne getirme İştirak etmek: katılmak itizar : bir sebep göstererek affını dileme ittiba : tabi olma, uyma kàbiliyet : dıştan gelen tesirleri alabilme gücü kâtip : yazıcı, yazan kemâl-i acz : tam anlamıyla âcizlik Kemâl-i rububiyet: Allah'ın terbiye ediciliğinin mükemmelliği kemâl-i şefkat : tam ve mükemmel şefkat keyfemâyeşâ : kendi keyfince, keyfi nasıl isterse, başıboş kıymettar : kıymetli kudsî : her türlü kusur ve noksandan uzak, mukaddes, kutsal Kur'ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur'ân kuvve-i zâika : tad alma duyusu külliyetli : kapsamlı lâyemûtâne : ölmeyecekmişçesine, ölümsüz olarak letâif : lâtifeler, duygular Leyle-i Kadir : Kadir Gecesi mahiyet : asıl nitelik, özellik mahsus : has, özel mâ-i Nisan : Nisan yağmuru maişet : geçim, yaşayış mâlâyâni : anlamsız, faydasız mâlâyâniyat : faydasız, insanı ilgilendirmeyen boş şeyler mâlik : sahip maruz : tesir altında kalan mâsumâne : suçsuz, günahsız bir şekilde matbah : mutfak mazhar : erişme, nail olma mecburiyet : zorunluluk meclis-i ruhanî : ruhanîler meclisi, meleklerin ve ruhların toplanma yer ve zamanı melekî : melek gibi, meleğe ait melekiyet : meleklik memlûk : kul, köle memnûiyet : yasaklanmış olmak, men edilmek men ene? : 'ben kimim?” men etme : yasaklama mescid-i ekber : (en) büyük mescid mescid-i mukaddes : kutsal mescid meşagil : meşguliyetler ve çalışmalar meşher : sergi yeri meşher-i Rabbânî : Cenâb-ı Hakkın sergisi mevhum : gerçekte olmadığı halde var sayılan meyve-i Cennet : Cennet meyvesi minnettar olmak : şükran duymak, teşekkür etmek muamele : davranış, iş muavenet : yardım muhabbet : sevgi muhalefet : zıt ve aykırı davranma muharremât : haram kılınan şeyler muhtelif : çeşitli mukabele etmek : karşılık vermek mukàbil : karşılık mukteza-yı hikmet : Allah'ın hikmetinin gereği muntazam : düzenli, intizamlı musibet : belâ, büyük sıkıntı muvakkat : gelip geçici muvakkaten : geçici olarak mübarek : bereketli, hayırlı müddet-i açlık : açlık müddeti müddet-i saltanat : saltanat süresi mükellef : yükümlü Mün'im-i Hakikî : gerçek nimet verici olan Allah münbit : verimli müptelâ : bağımlı, düşkün müstehak olmak : lâyık olmak, hak etmek müsvedde : karalama, ilk nüsha müşevveş : karışık, düzensiz, dağınık müşevveşiyet : düzensizlik, karışıklık müştehiyât : hoşa giden lezzetli şeyler Mütekellim-i Ezelî : ezelî kelâm sıfatına sahip olan ve konuşması, hiçbir varlığın konuşmasına benzemeyen Allah mütemerrid : inatçı, dik kafalı nam : ad, isim, ünvan nâmahrem : dînen kendisiyle evlenmenin mümkün olduğu erkek veya kadın nass-ı hadis : hadisin metni ve hükmü nass-ı Kur'ân : Kur'ân'ın kesin ve açık hükmü nazar : bakış, dikkat nazar-ı dikkat : dikkatle bakış nazar-ı müsamaha : hoşgörü bakışı nâzil : inme Nebze: az miktar nefis : kişinin, kendisi; insanı daima kötülüğe maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet nefisperest : nefsin arzu ve isteklerine çok düşkün olan nefs : kişinin kendisi nefs-i insaniye : insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu nefs-i süfli : alçak şeyleri isteyen nefis neşretmek : yaymak neşvünemâ-i a'mâl : amellerin yeşermesi, büyümesi netice-i hayat : hayatın neticesi, gayesi nevi : tür, çeşit nev-i beşer : insanlar, insanlık türü nev-i insan : insan türü, insanlık Niam-ı ilâhiye: Allah'ın verdiği nimetler nihayet : son derece nihayetsiz : sonsuz nimet-i İlâhiye : Allah'ın nimeti nuranî : nurdan yaratılmış nükte : ince ve anlamlı söz nüzul : inme Padişâh-ı Zülcelâl : sonsuz büyüklük, yücelik ve azamet sahibi Padişah, Allah peydâ etme : kazanma, elde etme polat : çelik Rab : herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah Rabb-i Rahîm : herbir varlığa merhamet ve şefkat gösteren ve herşeyi terbiye ve idare eden Allah Rahîmiyet: Allah'ın her bir varlıkta tecelli eden merhamet ediciliği Rahmâniyet : Allah'ın bütün varlıkları kaplayan merhamet ediciliği Rahmâniyet: Allah'ın bütün varlıkları kaplayan merhamet ediciliği raiyet : halk, vatandaşlar Ramazan-ı Şerif: Şerefli Ramazan ayı Resul-i Ekrem : Allah'ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) rivayet : Peygamber Efendimizden (a.s.m.) bir haber veya hadisin nakledilmesi, aktarılması riyâzet : gelip geçici şeylerden nefsi çekerek, kanaat içinde yaşama; ilim, ibadet ve fikirle meşgul olma rububiyet : Rablık; Allah'ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması ruhanî : ruh âlemine ait sadık : doğru söyleyen sair : diğer, başka salâvat : Peygamberimize edilen rahmet ve esenlik duası Saltanât-ı Rubûbiyet-i İlâhiye : İlâhî Rablığın Saltanatı Samediyet : Allah'ın hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin Ona muhtaç olması savm : oruç semâvî : gökten gelen, vahiyle gelen semerât : meyveler, neticeler serkeşâne : başıbozuk bir şekilde, baş kaldırır bir şekilde sevab-ı a'mâl : amellerin sevabı, karşılığı sıyâm : oruç Sofra-i nimet: nimet sofrası Sultan-ı Ezelî : hüküm ve saltanatının başlangıcı olmayan Sultan, Allah Suret: biçim, görünüş, şekil süflî : alçak, aşağılık, adi sürur : mutluluk, sevinç şâşaalı : gösterişli, göz alıcı bir şekilde Şeâir-i İslâmiye&şeâir: işaretler, İslama sembol olmuş iş ve ibadetler şecere-i tûbâ : Cennetteki tûba ağacı şedit : şiddetli şefkat : acıma, merhamet şehadet : şahidlik, tanıklık şehr-i Ramazan : Ramazan ayı şeref-i keramet : şerefli vazife, görev şükr-ü hakîki : gerçek şükür şükr-ü mânevî : mânevî şükür şürb : içme taam : yemek tâbi olma : uyma tabir : açıklama, yorumlama tablacı : yiyecek sunan, tezgahtar tahakküm : baskı, zorbalık tahammül : dayanma, katlanma, sabretme tahayyül : hayal etme tahkir : hakaret, aşağılama tahtında : altında takdir : beğeniyi dile getiren ifade tamah : hırs ve açgözlülük tashih etmek : düzeltmek tatil-i eşgal : boş durma, işlere son verme, ara vermek tavr-ı ubûdiyetkârâne : kulluğa yakışır tavır, hareket tazammun : içerme, içine alma tecerrüt : sıyrılma, soyutlanma tecessüd : ceset şekline girme, cesetleşme tefeyyüz : feyizlenme tehzib-i ahlâk : ahlâkı güzelleştirme, kötü huyları giderme tekemmül : mükemmelleşme, olgunlaşma telâkki : anlama, kabul etme telezzüz etmek : lezzet almak, tad almak tenâvül : yemek veya içmek terakkiyat : ilerleme, yükselme terbiye : belli bir amaca erişecek şekilde geliştirme, olgunlaştırma tesbih : Allah'ı kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma teveccüh : ilgi, yönelme tezahür : belirme, görünme tilâvet-i Kur'ân : Kur'ân okumak ubûdiyet : Allah'a kulluk, ibadet ubûdiyet-i beşeriye : insanlığın ibâdet ve kulluğu uhrevî : âhirete dair ulvî : yüce, büyük umum : bütün, genel umumî : genel vazife-i insaniye : insanlık görevi vaziyet-i nûrânî : nurlu vaziyet, hâl, durum ve mâ ente? : 'sen kimsin?” vücûd : varlık, beden vüs'at : genişlik zaaf : zayıflık, kuvvetsizlik zahirî : açık, görünürde zaman-ı nüzul : inme zamanı zemin : yeryüzü, dünya zevâl : geçicilik, yokluk ziraat : tarım ziyade : çok, fazla

Sanatçının Fotoğrafı

İhsan Atasoy