İhsan Atasoy şarkı sözleri

ŞU KÂİNATIN tılsım-ı muğlâkını açan 'Âmentü billâhi ve bi'l-yevmi'l-âhir” 1 ruh-u beşer için saadet kapısını fetheden ne kadar kıymettar iki tılsım-ı müşkülküşâ olduğunu ve sabır ile Hâlıkına tevekkül ve iltica ve şükür ile Rezzâkından sual ve dua ne kadar nâfi ve tiryak gibi iki ilâç olduğunu ve Kur'ân'ı dinlemek, hükmüne inkıyad etmek, namazı kılmak, kebâiri terk etmek ebedü'l-âbâd yolculuğunda ne kadar mühim, değerli, revnaktar bir bilet, bir zâd-ı âhiret, bir nur-u kabir olduğunu anlamak istersen, şu temsîlî hikâyeciğe bak, dinle: Bir zaman, bir asker, meydan-ı harp ve imtihanda, kâr ve zarar deveranında pek müthiş bir vaziyete düşer. Şöyle ki: Sağ ve sol iki tarafından dehşetli, derin iki yara ile yaralı ve arkasında cesîm bir arslan, ona saldırmak için bekliyor gibi duruyor. Ve gözü önünde bir darağacı dikilmiş, bütün sevdiklerini asıp mahvediyor, onu da bekliyor. Hem bu hali ile beraber uzun bir yolculuğu var; nefyediliyor. O biçare, şu dehşet içinde meyusane düşünürken, sağ cihetinde Hızır gibi bir hayırhah, nuranî bir zât peyda olur, ona der: 'Meyus olma. Sana iki tılsım verip öğreteceğim. Güzelce istimal etsen, o arslan, sana musahhar bir at olur. Hem o darağacı, sana keyif ve tenezzüh için hoş bir salıncağa döner. Hem sana iki ilâç vereceğim. Güzelce istimal etsen, o iki müteaffin yaraların, iki güzel kokulu gül-ü Muhammedî (a.s.m.) denilen latîf çiçeğe inkılâb ederler. Hem sana bir bilet vereceğim. Onunla, uçar gibi, bir senelik bir yolu bir günde kesersin. İşte, eğer inanmıyorsan, bir parça tecrübe et; ta doğru olduğunu anlayasın.” Hakikaten bir parça tecrübe etti, doğru olduğunu tasdik etti. Evet, ben, yani şu biçare Said dahi bunu tasdik ederim. Çünkü biraz tecrübe ettim, pek doğru gördüm. Bundan sonra birden gördü ki, sol cihetinden şeytan gibi dessas, ayyaş, aldatıcı bir adam, çok ziynetler, süslü suretler, fantaziyeler, müskirler beraber olduğu halde geldi, karşısında durdu. Ona dedi: 'Hey, arkadaş! Gel, gel, beraber işret edip keyfedelim. Şu güzel kız suretlerine bakalım. Şu hoş şarkıları dinleyelim. Şu tatlı yemekleri yiyelim.” Sual: 'Ha, ha, nedir ağzında gizli okuyorsun?” Cevap: 'Bir tılsım.” 'Bırak şu anlaşılmaz işi. Hazır keyfimizi bozmayalım.” S: 'Ha, şu ellerindeki nedir?” C: 'Bir ilâç.” 'At şunu. Sağlamsın. Neyin var? Alkış zamanıdır.” S: 'Ha, şu beş nişanlı kâğıt nedir?” C: 'Bir bilet. Bir tayınat senedi.” 'Yırt bunları. Şu güzel bahar mevsiminde yolculuk bizim nemize lâzım?” der. Herbir desise ile onu iknaa çalışır. Hattâ o biçare, ona biraz meyleder. Evet, insan aldanır. Ben de öyle bir dessasa aldandım. Birden, sağ cihetinden ra'd gibi bir ses gelir. Der: 'Sakın aldanma. Ve o dessasa de ki: Eğer arkamdaki arslanı öldürüp, önümdeki darağacını kaldırıp, sağ ve solumdaki yaraları def edip, peşimdeki yolculuğu men edecek bir çare sende varsa, bulursan, haydi yap, göster, görelim. Sonra de, ‘Gel, keyfedelim.' Yoksa sus, hey sersem! Ta Hızır gibi bu zât-ı semâvî dediğini desin.” İşte, ey gençliğinde gülmüş, şimdi güldüğüne ağlayan nefsim! Bil: O bîçâre asker ise, sensin ve insandır. Ve o arslan ise eceldir. Ve o darağacı ise ölüm ve zevâl ve firaktır ki, gece-gündüzün dönmesinde her dost veda eder, kaybolur. Ve o iki yara ise, birisi müz'iç ve hadsiz bir acz-i beşerî, diğeri elîm, nihayetsiz bir fakr-ı insanîdir. Ve o nefy ve yolculuk ise, âlem-i ervahtan, rahm-ı mâderden, sabâvetten, ihtiyarlıktan, dünyadan, kabirden, berzahtan, haşirden, sırattan geçer bir uzun sefer-i imtihandır. Ve o iki tılsım ise, Cenâb-ı Hakka iman ve âhirete imandır. Evet, şu kudsî tılsım ile ölüm, insan-ı mü'mini zindan-ı dünyadan bostan-ı cinâna, huzur-u Rahmân'a götüren bir musahhar at ve burâk suretini alır. Onun içindir ki, ölümün hakikatini gören kâmil insanlar, ölümü sevmişler, daha ölüm gelmeden ölmek istemişler. 1 Hem zevâl ve firak, memat ve vefat ve darağacı olan mürur-u zaman, o iman tılsımı ile, Sâni-i Zülcelâlin taze taze, renk renk, çeşit çeşit mucizât-ı nakşını, havârık-ı kudretini, tecelliyât-ı rahmetini kemâl-i lezzetle seyir ve temâşâya vasıta suretini alır. Evet, güneşin nurundaki renkleri gösteren âyinelerin tebeddül edip tazelenmesi ve sinema perdelerinin değişmesi, daha hoş, daha güzel manzaralar teşkil eder. Ve o iki ilâç ise, biri sabır ile tevekküldür; Hâlıkının kudretine istinad, hikmetine itimaddır. Öyle mi? Evet, emr-i 2 ???? ?????????'a mâlik bir Sultan-ı Cihana acz tezkeresiyle istinad eden bir adamın ne pervası olabilir? Zira en müthiş bir musibet karşısında ?????? ????? ????????? ???????? ??????????3deyip itminân-ı kalble Rabb-i Rahîmine itimad eder. Evet, ârif-i billâh aczden, mehâfetullahtan telezzüz eder. Evet, havfta lezzet vardır. Eğer bir yaşındaki bir çocuğun aklı bulunsa ve ondan sual edilse, 'En leziz ve en tatlı haletin nedir?” Belki diyecek: 'Aczimi, zaafımı anlayıp validemin tatlı tokatından korkarak yine validemin şefkatli sinesine sığındığım halettir.” Hâlbuki bütün validelerin şefkatleri, ancak bir lem'a-i tecellî-i rahmettir. 4Onun içindir ki, kâmil insanlar, aczde ve havfullahta öyle bir lezzet bulmuşlar ki, kendi havl ve kuvvetlerinden şiddetle teberrî edip Allah'a acz ile sığınmışlar; aczi ve havfı kendilerine şefaatçi yapmışlar. Diğer ilâç ise, şükür ve kanaat ile talep ve dua ve Rezzâk-ı Rahîmin rahmetine itimaddır. Öyle mi? Evet, bütün yeryüzünü bir sofra-i nimet eden ve bahar mevsimini bir çiçek destesi yapan ve o sofranın yanına koyan ve üstüne serpen bir Cevâd-ı Kerîmin misafirine fakr ve ihtiyaç nasıl elîm ve ağır olabilir? Belki, fakr ve ihtiyacı, hoş bir iştiha suretini alır; iştiha gibi, fakrın tezyidine çalışır. Onun içindir ki, kâmil insanlar, fakr ile fahretmişler. Sakın yanlış anlama, Allah'a karşı fakrını hissedip yalvarmak demektir. Yoksa fakrını halka gösterip dilencilik vaziyetini almak demek değildir. Ve o bilet, senet ise, başta namaz olarak, edâ-i ferâiz ve terk-i kebâirdir. Öyle mi? Evet, bütün ehl-i ihtisas ve müşahedenin ve bütün ehl-i zevk ve keşfin ittifakıyla, o uzun ve karanlıklı ebedü'l-âbâd yolunda zad ve zahîre, ışık ve burâk, ancak Kur'ân'ın evâmirini imtisal ve nevâhîsinden içtinab ile elde edilebilir. Yoksa fen ve felsefe, san'at ve hikmet, o yolda beş para etmez. Onların ışıkları kabrin kapısına kadardır. 5 İşte, ey tembel nefsim! Beş vakit namazı kılmak, yedi kebâiri terk etmek, ne kadar az ve rahat ve hafiftir. Neticesi, meyvesi, faidesi ne kadar çok mühim ve büyük olduğunu, aklın varsa, bozulmamışsa anlarsın. Ve fısk ve sefahete seni teşvik eden şeytana ve o adama dersin: Eğer ölümü öldürüp zevâli dünyadan izale etmek ve aczi ve fakrı beşerden kaldırıp kabir kapısını kapamak çaresi varsa, söyle, dinleyelim. Yoksa, sus! Kâinat mescid-i kebirinde Kur'ân kâinatı okuyor, onu dinleyelim. O nur ile nurlanalım. Hidayetiyle amel edelim. Ve onu vird-i zeban edelim. Evet, söz odur ve ona derler. Hak olup Haktan gelip hak diyen ve hakikati gösteren ve nuranî hikmeti neşreden odur. ??????????? ??????? ?????????? ??????? ??????????? ????????????? ??????????? ????????? ???????????????? ???????? ???????????????? ??????????????????? ?????? ???????????? ???????? ???? ????????? ???????????? ??????????????? ????? ???????? ??????????? ???????????? ???? ????????????????? ???????? ????? ?????????? ????? ??????????? ???????????? ?????????? ???????????? ????????? ?????????????? ???????????????? ??????? ????????? ????? ?????????? ????????? ???????? ??????????? ??????????? ??????????? ????????? ???????? ????????? ???????? ???????? ??????????? ???????? ??????????? ????????? ????????? ????????? ?????????? ??????? ???????? ???????? ?????????????? ????????? ?????????? ??? ???????? ?????????????? ????????? ???????? ????????????? ?????????? ?????????? ?????????????? ??????????? ?????????????? ??????????? ??????? ???????????? ??????????? ????????? ????????????? ????????? ?????????? ??????? ?????????????? ????????? ????????? ????????????? ??????????? ??????????? ???????? ???????????? ???????? ?????????????? ???????? ?????? ??????????? ??????????? ???????? ??????????? ???? ????????????? ???????????????? ??????? ????????????? ??????????????? ??????? ????????? ????????????? ??????? 6 Dipnotlar – Arapça İbareler – Haşiyeler : 1 : bk. Yûsuf Sûresi, 12:101. 2 : '(Allah birşeyin olmasını murad ettiği zaman, O sadece) ‘Ol' der, o da oluverir.” Bakara Sûresi, 2:117; Yâsin Sûresi, 36:82. 3 : '(Sabırlılar o kimselerdir ki başlarına musibet geldiğinde,) ‘Biz Allah'ın kullarıyız; yine Ona döneceğiz' (derler).” Bakara Sûresi, 2:156. 4 : bk. Buhârî, Edeb 19; Müslim, Tevbe, 17, 20, 21; Tirmizî, Deavât 99; İbni Mâce, Zühd 35; Dârîmî, Rikak 69; Müsned 2:334, 434, 484, 526, 3:55, 4:312, 5:439. 5 : bk. Buhârî, Rikak 42; Müslim, Zühd 5; Tirmizî, Zühd 46; Nesâî, Cenâiz 52; Müsned 3:110. 6 : Allahım, kalbimizi iman ve Kur'ân nuruyla nurlandır. Allahım, kendimizi daima Sana muhtaç olduğumuzu hissetmekle bizi zengin eyle; Senin rahmetine ihtiyaç duymamakla bizi fakir düşürme. Biz kendi güç ve kuvvetimizden vazgeçip Senin güç ve ve kuvvetine sığındık. Sen de bizi, Sana tevekkül edenlerden eyle. Bizi nefsimize terk etme. Bizi hıfzınla koru. Bize, erkek ve kadın bütün mü'minlere rahmet et. Kulun, peygamberin, yüce katından seçtiğin, dostun, mülkünün güzelliği, sanatının sultanı, inâyetinin pınarı, hidâyetinin güneşi, hüccetinin lisanı, rahmetinin timsali, yaratıklarının nuru, mevcudatının şerefi, pek çok olan mahlukatının içinde birliğinin kandili, kâinatının tılsımının keşfedicisi, rubûbiyet saltanatının ilâncısı, râzı olduğun şeylerin tebliğcisi, isimlerinin definelerinin tanıtıcısı, kullarının öğreticisi, kâinatının delillerinin tercümanı, rububiyetine ait güzelliklerin aynası, Senin görünüp gösterilmene vesile olan habibin ve âlemlere rahmet olarak gönderdiğin resulün olan Efendimiz Muhammed'e, bütün âl ve ashâbına, kardeşleri olan nebî ve resullere, mukarreb meleklerine ve sâlih kullarına salât ve selâm eyle. Âmin. Lügatler : acz : âcizlik, güçsüzlük acz-i beşerî : insanın güçsüzlüğü âhiret : öteki dünya âlem-i ervah : ruhlar âlemi amel etmek : davranmak ârif-i billâh : Allah'ı tanıyan âyine : ayna ayyaş : sarhoş berzah : kabir âlemi beşer : insan biçare : çaresiz bostan-ı cinân : Cennet bahçesi burak : Cennete mahsus bir binek cesîm : çok büyük Cevâd-ı Kerîm : çok cömert, ihsanı ve ikramı bol olan Allah dua cihet : yön, taraf darağacı : idam sehpası def etmek : gidermek, uzaklaştırmak desise : hile, aldatma dessas : hilebaz, aldatıcı deveran : ortam dua : yalvarma, yakarma ebedü'l-âbâd : sonsuzların sonsuzu, âhiret ecel : ölüm vakti edâ-i ferâiz : farzları yapmak ehl-i ihtisas ve müşahede : görünmeyen âlemlere ait hakikatleri bizzat gözleyen ve bu konuda uzmanlaşan kimseler ehl-i zevk ve keşif : iman hakikatleri kendilerine açılan ve bu hakikatlerin zevkine erişen kimseler elîm : üzücü, acı verici evâmir : emirler fahretmek : övünmek fakr : fakirlik, ihtiyaç hali fakr-ı insanî : insanın fakirliği fantaziye : aşırı süs ve lüks fetheden : açan fısk : günah firak : ayrılık gül-ü Muhammedî : Muhammed gülü denilen kırmızı renkli bir gül çeşidi hadsiz : sınırsız Hak : doğru, gerçek, hakikat; Allah hakikat : gerçek, doğru hakikaten : gerçekten halet : hal, durum Hâlık : herşeyi yaratan Allah haşir : öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah'ın huzurunda toplanma havârık-ı kudret : kudret harikaları havf : korku havfullah : Allah korkusu havf : korku havl : güç hayırhah : başkasının iyiliğini isteyen hidayet : doğru ve hak yol, İslâmiyet hikmet : herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması hikmet : sadece dünyayı ilgilendiren bilgi, felsefe huzur-u Rahmân : Allah'ın huzuru içtinab : kaçınma iltica : sığınma imtisal : uyma inkılâb etmek : dönüşmek inkıyad etmek : boyun eğmek insan-ı mü'min : Allah'a inanan insan istimal etmek : kullanmak istinad : dayanma işret : içkili eğlence, sefahet iştiha : iştah, fazla istek ve arzu itimad : güvenme itminan-ı kalb : kalben tam kanaatle inanma ittifak : birleşme, söz birliği izale etmek : ortadan kaldırmak, gidermek kâinat : evren, yaratılmış herşey kâmil : olgun, kemâl ve fazilet sahibi kanaat : Allah'ın nasip ettiği rızka razı olma, yetinme kebâir : büyük günahlar kemâl-i lezzet : tam lezzet alarak kıymettar : kıymetli, değerli kudret : güç, iktidar kudsî : kutsal, mukaddes latîf : güzel, hoş lem'a-i tecellî-i rahmet : Allah'ın şefkat ve merhametinin parıltısı leziz : lezzetli mahvetmek : yok etmek mâlik : sahip mehâfetullah : Allah'tan korkma memat : ölümler mescid-i kebir : büyük mescit meydan-ı harp ve imtihan : savaş ve imtihan meydanı meyletmek : yönelmek meyus : ümitsiz meyusane : ümitsizce mu'cizât-ı nakş : sanatla işlenmiş nakış mucizeleri musahhar : boyun eğmiş mürur-u zaman : zamanın geçmesi müskir : sarhoş edici içki müteaaffin : kokuşmuş, çürümüş müz'iç : rahatsız eden nâfi : faydalı nefis : kişinin kendisi nefy : sürgün, gönderilme neşreden : yayan nevâhî : yasaklar nihayetsiz : sonsuz nişan : mühür nur : ışık nuranî : nurlu, aydınlık nur-u kabir : kabri mânevî olarak aydınlatan ışık perva : korku peyda olmak : belirmek, meydana çıkmak Rabb-i Rahîm : sonsuz merhamet ve şefkat sahibi ve herşeyi terbiye ve idare eden Allah ra'd : gök gürültüsü rahmet : şefkat, merhamet rahm-i mâder : anne karnı revnaktar : göz alıcı güzellikte Rezzak : bütün canlıların rızıklarını veren Allah Rezzâk-ı Rahîm : herşeyin rızkını veren, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah ruh-u beşer : insan ruhu saadet : mutluluk sabâvet : çocukluk Sâni-i Zülcelâl : sonsuz haşmet ve yücelik sahibi sanatkâr, Allah sefahet : yasak zevk ve eğlenceye düşkünlük; beyinsizlik, budalalık sefer-i imtihan : imtihan yolculuğu sırat : Cennete gidebilmek için herkesin üzerinden geçmesi gereken, Cehennem üzerinde kurulmuş köprü sîne : göğüs sofra-i nimet : nimet sofrası sual : isteme Sultan-ı Cihan : dünyanın sultanı Allah suret : şekil şefaatçi : af için aracılık eden şükür : Allah'a karşı minnet duyma, teşekkür etme talep : isteme tasdik etmek : kabul etmek, onaylamak tayınat senedi : görevlendirme belgesi tebeddül etmek : değişmek teberrî etmek : uzaklaşmak tecelliyât-ı rahmet : rahmet yansımaları tecrübe etmek : denemek telezzüz : lezzet alma, lezzetlenme temâşa : hoşlanarak bakma tenezzüh : gezinti, seyir terk-i kebâir : büyük günahları terketmek teşkil etmek : meydana getirmek tevekkül : Allah'a dayanma ve güvenme tezkere : belge tezyid : artırma, çoğaltma tılsım : sır, gizem tılsım-ı muğlâk : çözülmesi zor sır tılsım-ı müşkülküşa : açılması ve anlaşılması zor şeyleri çözüme kavuşturan sır tiryak : hemen şifa bulmaya vesile olan ilaç, panzehir valide : anne vird-i zeban : sürekli tekrarlanan zikir zaaf : zayıflık zâd-ı âhiret : âhiret azığı zad ve zahîre : azık, yolda yenilecek ve içilecek şeyler zat-ı semâvî : gökten gelen zat zevâl : geçip gitme, kaybolma zindan-ı dünya : dünya hapsi ziynet : süs

Sanatçının Fotoğrafı

İhsan Atasoy